Kutup Osman

Kutup Osman kim?

Kutup Osman bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Şumnu’da 1632 yılında dünyaya geldi. Subay bir babanın oğlu olan Osman temel dini ve genel bilgileri babasından öğrendi. Babası oğlunun on yedi yaşına kadar evden dışarı çıkmasına izin vermemiş ve eğitimiyle bizzat ilgilenmiş. Bu yönüyle Kutup Osman’ın hayatı biraz Buda’nınkine benziyor. Tabi o zamanlar evler bir apartman dairesi değil, geniş avlulu, bahçeli klasik Türk evi. Babası tarafından neden dışarı çıkmasına izin verilmedi, bilmiyoruz, ancak tahmin edebiliriz. Babası çocuğunu kendi görüşüne göre en iyi bir şekilde yetiştirmek için de olabilir, güvenlik nedeniyle olabilir, oğlunun istemediği alışkanlıklar kazanmasını istememek olabilir, biraz garip bulabilirsiniz ama belki de daha önce gördüğü bir rüya veya kendisine söylenen bir uyarı üzerine oğlunun başına bir şey gelmesinden korktuğu için olabilir. Veya bir sağlık problemi nedeniyledir, bilemiyoruz. Bugün bizim için meçhul.

Ancak ne önlem alınırsa alınsın zamanı gelince kader tahakkuk ediyor. Babasının vefat etmesiyle evden dışarı çıkan Osman, çarşıda bir kahvenin önünden geçerken yüksek sesle şiirler okuyan bir şair görür, durup dinler ve okunan şiirlerden etkilenir. Eve gelince annesinden kendisine tahsil için izin vermesini ister. On yedi sene evde kalan bir çocuğun evinden uzakta bir yere tahsil için de izin verilmesi annesi için kolay olmasa gerek. Ancak oğlunun bu ısrarı karşısında bir şey yapamayacağını düşünmüş olacak ki izin verir ve Osman eğitime devam etmek için Edirne’ye Aziz Mahmut Hüdâyî’nin halifelerinden Saçlı İbrahim Efendi’nin tekkesine gider.

İbrahim Efendi yanına gelen bu genç adamı bir yoklar, bakar ki bu genç çok farklı ve kabiliyetli. Bu genç adama kızını vermek isteyince Osman bu efendiden feyiz alamayacağını düşünür ve Edirne’den ayrılıp İstanbul’a gider ve Zâkirzâde Abdullah Efendi’nin Zeyrek’teki tekkesine gider ve elini öpüp hizmete başlar.

Osman Efendi sülûkunu, Abdullah Efendi’nin yanında tam sekiz senede tamamlar. Bir taraftan seyr ü sülûkuna devam ederken öte yandan şeyhinin izniyle şer’î ilimleri de tahsil eder. Çünkü şeyhi, Osman’da Muhiddin Arabî meşrebi görmüştür.

Sülûkunu tamamlamasının ardından şeyhi tarafından Aydos’a gönderilir. Şeyhinin vefatına kadar Aydos’ta kalan Osman Efendi Filibe’ye gidip on beş sene de orada hizmet eder. Hem vaaz, hem tedris, hem de irşat vazifesini aynı anda yürüten Osman Efendi Filibe halkı tarafından çok sevilir ve hürmet görür. Bu durumu çekemeyen başta kadı olmak üzere şehrin menfaat şebekesi tarafından şikayet edilmesine rağmen hizmetlerini kesintisiz bir şekilde sürdürür.

Uzun süren Filibe hizmetlerinin ardından İstanbul’a geldiğinde uzun yıllar irşat vazifesini sürdüreceği Edirnekapı civarında Atpazarı semtine yerleşir. Burayı sevmiş olmalı ki kendisine bağışlanan bir araziye hem tekke hem camii hem de ev yaptırır. Hem Atpazarî hem de Zeyrek tekkesinde irşat vazifesine devam ederken İstanbul’un önemli camilerinde vaazlar verdi. Vaazları ve sohbetleri büyük ilgi gördü ve İstanbul’da iyice tanındı ve sevildi.

Hocası ve şeyhi Abdullah Efendi’nin Osman Efendi’de İbn Arabî neş’esini gördüğünü söylemesi boşuna değildi. Vaazlarında İbn Arabî’nin eserlerini şerh ederdi. Bu durum Osmanlı toplumunda her zaman varlıklarını sürdüren İbn Arabî aleyhtarlarını harekete geçirdi, istemedikleri Osman Efendi’nin aleyhine kullandılar ve devrin şeyhülislamına ve siyasilerine şikayet ettiler.

Osman Efendi daha Filibe’de bulunduğu gençlik yıllarından beri doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, sözünü dudaktan gözünü budaktan sakınmayan mert, korkusuz ve açık sözlü biri idi. Bu yüzden başına da gelmeyen kalmamıştır.

Mesela 1683 Viyana Seferi. Şiddetle karşı çıkmıştı, haklı çıkması üzerine IV. Mehmet’e vaaz ve nasihat vermek üzere görevlendirilmişti. Burada devlet görevlilerinde gördüğü hataları söylemesi ve eleştirmesi onun düşmanlarının sayısının artmasına neden oldu, kısa süreli de olsa Şumnu’ya sürgün edilmesine neden oldu.

Padişah tarafından hürmet görmesi cesaretini artırmış olmalı ki bu sefer eleştiri oklarını padişaha yöneltti. Bir yandan yöneticileri eleştirirken öte yandan IV. Mehmet’in tahttan indirilmesi esnasında oluşan olumsuz havayı ve karmaşayı bertaraf etmek için çalışmış, vaaz ve nasihatleriyle halkı teskin etmiş, büyük bir isyanın çıkmasını veya çıkan isyanın büyümesini engellemiştir. Halkın kendisinin sadrazam olmasını isteyecek kadar popüler olduğu halde bu görevi istememiş ve hiç bir zaman devlet görevine talip olmadığı gibi tevdi edilen görevleri de kabul etmemiştir. Kendisi kabul etmediği gibi halifesini de bu konuda uyarmıştır..

IV. Mehmet’in tahtan indirilmesi ile Kutup Osman’ı sevmeyenler harekete geçtiler. Kutup Osman’ın yapılan savaşları bahane ederek halktan toplanan vergilere karşı çıktığı için geçici olarak Boğazhisarı’na sürgüne gönderdiler. Orduyu cesaretlendirmek üzere kılıcını kuşanarak çıktığı seferde halkın dişinden tırnağından artırarak bin bir sıkıntı çekerek verdiği paraların nasıl harcandığını ve yapılan yolsuzlukları gördükten sonra bir daha devlet adamlarıyla ilişki kurmayacağını söyleyerek köşesine çekildi.

Yalnız köşeye çekilmesi onu, kızdırdığı devlet ricalinin tepkisinden kurtaramadı, eşkıyaya yardım ettiği gerekçesiyle 1690 yazında, birçok hocayla birlikte Osman Efendi de Magosa’ya sürgüne gönderildi. Has müridi İsmail Hakkı şeyhinin iftiraya uğradığını söyler.

Niye sürgün edildi?

Devrin yöneticileri, Viyana bozgunundan sonra askeri harcamaları karşılamak için halkın mal varlıklarına el koymak gibi önlemler almışlardı. Osman Fazlı halka çok ağır gelen bu kararlara şiddetle karşı çıkmış ve bunun kanunsuz olduğunu vaazlarında söylemeye başlamıştı. Niyazî Mısrî de (ö. 1694) Sadrazamın kararını eleştirenler arasındaydı. Osman Fazlı, bunun dışında hükümetin Nemçe ile olan barışı bozmasına karşı çıkmış ve Sadrazam Kara Mustafa Paşa’ya (ö. 1691) anlaşmayı bozmamasını bir mektupla bildirmişti. Fakat Kara Mustafa Paşa uyarıları dinlememiş ve Viyana kapılarına kadar gidip kuşatmışlar ve sonunda memleketin başına birçok belanın gelmesine sebep olmuşlardı. Karşı çıktığı halde yapılan ve sonu hezimetle sonuçlanan Viyana bozgunundan sonra Osman Fazlî eleştirilerinin dozunu artırmıştı. Bu eleştiriler onun, Kara Mustafa Paşa’nın yerine geçen Kara Kethüda İbrahim Paşa (ö. 1685) tarafından Şumnu’ya sürülmesine neden oldu. Bu sürgün uzun sürmemiş ve kısa bir zaman sonra tekrar İstanbul’a geri dönmüştü. Bu kısa süreli sürgünden sonra, 1689’da Belgrat’ın fethi için sefere çıkacak orduya, askerin manevi gücünü takviye etmek üzere davet edilmişti. Ancak son anda, II. Süleyman’ın hocalığını yapması ve zaman zaman sarayın iç işleriyle ilgilenmesi yüzünden siyasete karıştığı iddiasıyla Sadrazam Köprülü Mustafa Paşa tarafından seferden men edildi. Belgrat’ı fethederek dönen Mustafa Paşa’nın hasımlarını temizleme hareketi esnasında kendisine hasım olarak gördüğü Osman Fazlı’yı, 1680 Temmuz ayında Kıbrıs’ta Magosa Kalesine sürgüne gönderdi.

Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa, annesinin ve kız kardeşinin Osman Efendiye bağlanacak ve Paşa için risâle kaleme alacak kadar aralarının iyi olmasına karşın, Kıbrıs’a sürmekten geri durmadı. Osman Fazlı’nın sürülmesinde birçok neden ileri sürülmektedir. İsmail Hakkı bu sebepleri şöyle sıralar;

ü Şeyhinin, devlet adamlarına hiç çekinmeden her şeyi söylemesi,

ü Mustafa Paşa’nın sadrazam olmadan önce kendisi için sarf ettiği bir takım söz ve davranışlarının kinini gütmesi

ü İftiralardan dolayı sürgüne gönderilmesi şeklinde sıralar.

ü Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa’yı zarurî olan mali tedbirler yüzünden acı acı tenkit etmesi,

ü Müritleriyle birlikte cihada iştirake kalkar korkusu ve orduya doğru yollanması,

ü Çok hassas bir dönemde istenmeyen neticelere sebep olması endişesi

Devlet yönetiminin içine girmiş ve kimi tavsiye ve uygulamalarda taraf olmuş birisinin düşman kazanması ve düşmanlarının muktedir olduklarında intikam almaya çalışmaları o dönem için normal davranışlardandır.

Mağusa yılları

Sürgün tebliğini alan Osman Efendi çevresiyle helâlleşip yirmi iki gün süren bir yolculuktan sonra hayatının geri kalanını geçireceğini Magosa’ya gitti.

Mağusa’ya gelişinde başta vali ve kadı olmak üzere şehrin tüm ileri gelenleri büyük bir hürmet ile karşıladılar ve vali sarayında misafir ettiler. Daha sonra Magosa kalesinde Lefkoşalı Mahmud Ağa’nın evinde konaklayan Kutup Osman verdiği vaazlarla kısa sürede halkın ilgisini ve beğenisini kazandı. Bu durum valinin pek hoşuna gitmese gerek camilerde vaaz etmesini yasakladı ve takip ettirdi. İlk geldiğinde Osman Efendi’yi limanda karşılayıp evinde misafir edecek kadar hürmet eden Vali Ahmet Paşa’nın tavrındaki değişikliğin nedeni merkezin tepkisinden çekinmesi olmalı.

Kutup Osman Efendi, gelişinin üzerinden tam bir sene sonra 10 Eylül 1691 Eylülünde bir Pazartesi günü yakalandığı humma hastalığından kurtulamayarak vefat etti. Vasiyeti gereği cenazesi Magosa Kalesi’ndeki Lala Mustafa Paşa Camii imamı Ali Efendi tarafından yıkandı ve kale dışındaki rüzgar değirmenleri tarafında bulunan Makberetü’l-Evliya olarak bilinen kabristana defnedildi. Kutup Osman’ın cenazesi Mağusa’nın o güne kadar gördüğü en kalabalık cenaze idi. Neredeyse tüm Mağusa halkı, çoluğu-çocuğu, yaşlısı-genci, kadını-erkeği ile cenaze töreninde bulunmuş, şehri bir matem havası sarmış, herkes ailesinden bir yakınını kaybetmiş gibi üzülmüştü.

Osman Fazlı ölümünden sonra şeyhi İbrahim Efendi gibi türbe yapılmasını istemedi, sadece bir mezar taşı yazıldı. Zamanla kaybolan mezar taşını 1830’da Kıbrıs muhassılı olan Hacı Mehmet Ağa toprak altından çıkarmış, şeyhin mezarını yeniden yaptırmış ve etrafına bir kaç hücre bina ederek türbe haline getirerek kaybolmasına engel oldu. Zamanla harabe haline dönen bu yapılar son yıllarda elden geçirilip yenilendi.

Osman Fazlî nasıl bir insandı?

Halifesi İsmail Hakkı’nın tarifine göre Kutup Osman, uzun sayılacak boylu ve heybetli idi. Şişman sayılmazdı ve teni sarıya mail beyazdı. Sakalı hafifti. Gözleri ilâhi bir nurla parlardı. Ömrünün sonuna doğru yüzünü bir nur kaplamıştı. Bu onda cemâl-i İlâhi’nin nurlarının tecelli etmesindendi. Vaaz ederken dinleyenlere bakmaz gözlerini yumardı. Ders okuturken kitâba bakmaz ezberden söylerdi. Sadece muhatabına bakardı. Müritlerinin sarıklarındaki çiçekleri çıkarmalarını emretmişti. Gül, nergis, reyhan gibi çiçekleri koklamak yeterlidir, derdi. Kutup Osman büyük bir sarık sarardı. Sesi yüksek ve gürdü. Dualarını çok vakit Türkçe yapardı. Ettiği dualar dinleyenleri hayrete düşürecek güzellikteydi. Kendisi de çok mütevazi idi.

Peki karakteri nasıldı? Bu soruya cevap vermek zor değil. Hayatına baktığımızda onun en dikkat çekici özelliğinin sosyal ve toplumsal olaylara karşı duyarlı bir olması olduğu söyleyebiliriz. Bir yandan terbiyesini aldığı tarikatın öğretisini yayarken öte yandan devrin siyasi olaylarına karşı tepkisini gösterecek kadar da eylemci idi. Bir çok defa evlenmiş, bir çok çocuğu olmuş, seyahatler yapmış, seferlere katılmış, sürgüne gönderilmiş, çileler çekmiş, padişah hocalığı yapacak kadar iktidara yakın olurken öte yandan bir kaç kere sürülmüş, ele avuca sığmaz bir zekaya sahip kabiliyetli bir insan olduğu söylenebilir.

Hem yazdığı eserler, hem sohbetlerinde Konevi’nin eserlerini şerh etmesi onun tasavvufta irfani yolu benimsediğini gösteriyor. En önemli eseri de yetiştirdiği büyük sufi İsmail Hakkı Bursevî’dir.

Şiirleri de olan Osman Efendi Fazlî mahlasını kullanırdı. Daha sonra İlâhî mahlasını da kullanmaya başladı. Bu mahlasları almasının sebebi ilimleri ve halleri keşf yoluyla ve ilâhî bir lütüfla almış olmasındandır.

Bugünkü durum

Çok şükür bugün tekke ve türbe ayakta ve Kutup Osman’ın mezarı duruyor. Külliye iki aynı kapıdan girilen aynı bahçesi olan iki farklı yapı olarak hizmet veriyor. Girişte hemen karşımıza çıkan eskiden tekke olarak kullanılan taş bina bugün Mağusa Halk Kütüphanesi olarak hizmet veriyor. Kütüphanenin önünden sola dönünce az ileride türbe ve mescide gidiliyor. Birkaç basamakla girilen türbenin dış kapısından içeri girince hemen karşıda bugün mutfak olarak kullanılan bölüm yer alıyor. Sağa dönünce aydınlık bir bölme ve sağdaki ilk kapıdan da Kutup Osman’ın oldukça büyük olan sandukasının yer aldığı hücreye giriliyor. Devam edildiğinde ise mescid olan kısma varılıyor. Aydınlık olan bölümün hemen önünde ise mezarlık var. Kim oldukları bilinmeyen beş mezar var. Eskiden de burası evliye mezarlığı olarak bilinirmiş. Muhtemelen Mağusa fethinde şehit olan Müslüman askerlerin topluca defnedildikleri bir mezar. Sahabe mezarı olduğu da söyleniyor ama kim olduklarına dair bir bilgimiz yok.

 

Bugün türbeyi Şeyh Nazım Kıbrisî dervişleri bekliyor, temizliyor ve ilgileniyor. Hatta karnınız aç ise size bir tas çorba ikram edebilecek birini bulabilirsiniz. Hem gönlünüz hem karnınızı doyurmak istiyorsanız Kutup Osman'ı mutlaka ziyaret edin, derim.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Ramazan ilahileri ve açıklaması

Aşıklara Edin Sala
05:00 Maddi ve Manevi Arınma İklimi Ramazan
10:00 Mutasavvıf Üftade Hazretleri'nin Beyitlerinde Ramazan
19:00 Mübarek Ramazan Geldi
31:00 Affet İsyanım Benim
47:00 Ben Bilmez İdim Gizli Ayan Sen İmişsin
52:00 Mutasavvıf Nakşi-i Akkirmani
01:02:00 "Eya Sen Sanma ki Senden Bu Güftarı Dehan Söyler"
01:15:00 "Saladır Mü'mine Gelsin"
01:23:00 "Müjde Mü'minler Size İhsan-ı Rahmandır Gelen"
01:36:00 "Ümman-ı Kerem Rahmet-i Rahman Ramazan'dır"

Ahmet Özhan'ın Ramazan hatıraları

02:00 Oruç mevsimi: Ramazan
05:00 Oruç Mevsiminin maddi ve manevi faydaları
10:00 Rahmet ve bereket ayı: Ramazan
15:00 Ahmet Özhan'ın Muzaffer Ozak ile hatıraları
20:00 Beyazıt'ta ramazan geleneği
24:00 İlahilere yansıyan ramazan nağmeleri
31:00 Ahmet Özhan'ın ramazan hatıraları
47:00 Ahmet Özhan'ın Sefer Dal ile hatıraları
58:00 Ahmet Özhan'ın Ömer Tuğrul İnançer ile hatıraları
01:09:00 Bir derviş ramazanı nasıl yaşar?
01:19:00 Ramazanda itikafa girmek neden önemli?
01:31:00 Kadir Gecesi'nin manası ve fazileti nedir?

ismailgulec.net