Saint Hilarion Kalesi

 

Kaleyi çok soğuk sayılmayacak bir pazar günü öğleden önce gezdim. Gitmeden önce doğrusunu söylemek gelirse bu kadar yorulacağımı ve soğuk bir havada terleyeceğimi tahmin etmemiştim. Araçların kalenin kapısına kadar gittiğini bildiğim için çok yorulmam diye düşünmüştüm. Yanılmışım. Kalenin içindeki en yüksek kısma çıkmadan canım çıkacaktı neredeyse. Düzenli olmayan merdivenlerden tırmanması o kadar zor. Öyle geçerken uğrayıp bir girip çıkayım diyebileceğimiz bir yer değil burası. Tadını çıkararak gezmek ve de dinlenmek isterseniz mutlaka yarım gününüzü ayırmalısınız. Aceleniz varsa iki saatti gözden çıkarmalısınız.

Bir aralar, Girne ile burası arasında bir teleferik inşa edip kumarhane olarak işletmeyi düşünmüşler. Ama teleferik kurulamadığı için bu düşünce akim kalmış. Dünyada böyle bir kalesi olup da kumarhane yapmayı düşünen bir başka yer var mıdır bilmem ama teleferik fikri bence çok hoş. Düşünsenize, kaleden Girne’ye teleferik içinde bir kuşun üzerinde imişsiniz gibi süzülerek inmek ne kadar da heyecan verici olmalı. Yazarken bile heyecanlandım.

St Hilarion kimdir?

Kalenin tarihi oldukça eski. Kıbrıs’ın birçok yerinde olduğu gibi, burada da bir Hristiyan ermiş kalmış ilk olarak. Özellikle ilk başlarda Yahudilerden, daha sonraki asırlarda da Romalılardan kaçan erken dönem Hristiyan din adamları sığınılacak ve korunacak bir liman olarak Kıbrıs’ın tenha köşelerini seçmişler kendilerine. Kaleye adını veren St Hilarion da (291-372) bunlardan biri. Hz. İsa’nın doğup büyüdüğü topraklardan gelen St Hilarion çok ciddi bir eğitimden ve riyazattan geçtikten sonra hastaları iyileştirmek, kötü ruhlardan korumak gibi bazı özellikleri kazanmış. Barbanas gibi zengin ve pagan bir ailenin çocuğu olan Hilarion, tahsil için gittiği İskenderiye’de Hristiyan olmuş ve çileci bir hayatı benimsemiş. Ailesinden kendisine kalan mirası fakirlere dağıtmış ve kendisi çok az miktarda yiyecekle günlerini geçirmiş.

Hayatında hiç hayvansal gıda ile beslenmeyen Hilarion Filistin’de büyük bir manastırda başrahip olarak çevresine büyük bir kalabalık toplamıştı. Roma’nın son pagan imparatoru Mürted Jülian’ın (im. 361-363) Hristiyanlara karşı uyguladığı politikalar sonucu masatırı yıkmış ve öğrenim gören öğrencileri ve rahipleri dağıtmıştı. Hilarion da çeşitli İtlaya şehirlerinde dolaştırıldıktan sonra bir tüccar tarafından Kıbrıs’a getirilmişti. Ölene kadar da Baf’ta yaşadığı söylenir.

Onun hakkında bilgi veren ansiklopediler 371-2 yılında vefat ettiğini söylediğine göre Hilarion Kıbrıs’a dördüncü asırda gelmiş oluyor. Ölümünden yedi yıl önce geldiği Kıbrıs’ta da hastaları iyileştirdi,  bedenleri kötü ruhlardan kurtardı ve burada da şöhret buldu, etrafına kalabalıklar topladı.

Buranın tarihinden bahseden kaynaklar buradaki keşişin çok daha sonraki yıllarda geldiğini söylüyorlar. St Hilarion Kıbrıs’a dördüncü asırda gelmiş iken burada olduğu söylenen Hilarion’un altıncı asırda geldiğini söyleyenler de var, onuncu asırda geldiğini söyleyenler de.

Hilarion Baf’ta yaşadığına ve öldüğüne göre buradaki Hilarion kim olabilir? Bu soruya iki şekilde cevap verilebilir. İlki adı Hilarion olan veya ona bağlı, onun Baf’taki manastırından yetişmiş bir başka münzevi keşiş burada yaşamış olabilir. Veya onun adına makam türbesi gibi burada da bir manastır açışmış olabilir. kendisine bir mesken edinmiş.

Önceki veya sonraki St Hilarion dünyadan elini eteğini çekip bu ıssız dağ başında ibadet ile meşgul olmuş ve bir müddet sonra da çevrenin dikkatini çekmiş. Geldiğinde burada pagan tanrılarının heykelleri varmış. Belli ki önceden de çevre halkı tarafından kutsal olarak kabul edilen bir yermiş burası. St Hilarion burayı putlardan temizlemiş ve kendisine bir ibadethane haline getirmiş. Zamanla burası münzeviler için inziva köşesi olacak kadar huzurlu ve sakin bir yer olmuş ve St Hilarion’ın çevresi kalabalıklaşmış.

St Hilarion bu dünyadan göçünce de muakkipleri ardından önce bir türbe yapmışlar, sonra yanıbaşına bir manastır. Muhtemelen kale içindeki kilise hem konumu hem de büyüklüğü bakımından bu dönemde yapılmış olmalı. Bir gözetleme kalesi için oldukça büyük bir kilise çünkü.

Zamanla manastır ve çevresi Lefkoşa’nın güvenliği için oldukça önemli bir konumda olmasından dolayı kaleye dönüşmüş. On birinci asrın başlarında Bizanslılar, Batılıların diliyle Arap korsanlar, Doğuluların diliyle de Arap fatihlere karşı Ada’yı korumak üzere bir muhkem kaleye dönüştürmüşler. Ada Lusignanların yönetimine geçince kaleyi yazları geçirecekleri bir saraya dönüştürmüşler. Venedikler ise ne kale olarak kullanmışlar, ne de saray. Kendi kaderine terk etmişler kaleyi. Hatta kalelerin aleyhlerinde kullanılmaması için Venedikliler tarafından tahrip edildiği de yazılı kaynaklarda. İngilizler tarafından restore edildiği de yazılı ama diğer iki kaleyi restore etmeyen İngiliz burayı neden restore etsin ki? Kanaatimce ufak tefek tamirler ve bakımını yapmış olmalılar.

Yüzyıllar sonra Türkler, Rumların baskısından kendilerini korumak için bu kale kalıntılarını karargah olarak kullandılar ve Girne-Lefkoşa yolunu buradan kontrol ettiler. Meşhur tanka da kalenin önündeki yoldan gidiliyor.

Başlangıçta dini, sonra askeri, daha sonra da idari bir amaçla kullanılan bu kale saray görünce böyle ulaşılması zor bir yere, dağın tepesine, taşların üzerine büyük bir kale ve küçük bir köy inşa ettirecek gücü nereden bulduğunu insan merak ediyor. Muhtemelen taşıma aracı olarak eşekleri ve katırları kullandılar. Bir rivayete göre ise köleleri ip gibi sıraya dizerek elden ele taşıtmışlar.

Kalenin planı

Kale denize hakim bir noktada tepelik bir arazi üzerine kurulmuş. Benzeri kalelerde olduğu gibi bu kalede de hizmetçiler, askerler ve din adamları ile soylular yaşardı.

Kalenin girişinde küçük de olsa, olur da düşman kalenin içine girerse daha da içeri girmesin diye hemen bir sonraki bölüme geçen kapı kapatılarak düşman askerlerinin yok edilmeleri için yapılan bir yol var. Kaleye bu yoldan geçilerek giriliyor. İçeri girince sizi bir meydan karşılıyor. Kaleye girenlerin yüklerini boşalttığı, hayvanların dinlendirildiği ve askerlerin toplandığı bu alanı geçince günlük ihtiyaçların karşılandığı bölüm ile kilise çıkıyor karşınıza.

Kilisenin duvarlarında freskler bile duruyor ve kaleye göre oldukça sağlam. Böyle bir kilise değil köylerde, küçük kasabalarda bile yoktur. Kale duvarları muhtemelen kilisenin etrafında örüldü, zamanla ihtiyaç arttıkça yukarıya doğru da genişlediAşağı avluda atlar için ahır, ağır silahları olan şövalyeler için bir kalabilecekleri bir mekan varmış. Zaten o kadar ağır silahla yukarılara çıkmak pek mümkün görünmüyor. Ben elimde küçük pet şişe ile zor çıktım, o kadar ağır zırh ve silahlarla nasıl çıkılır, doğrusu merak etmiyor değilim.

Genellikle kalenin ihtiyacı olan malzemeleri temin ile görevli hizmetliler giriş ile bu bölge arasında yaşar ve diğer bölgelere ancak içlerinde görevli olanların gitmelerine izin verilirdi.

Bir sonraki bölüme geçmek için de ayrıca bir kapıdan geçmek gerekiyor. Zamanında iner-kalkar olan bugün ise pek belli olman bir kapıyla korunan bu bölümden sonrası artık sadece üst düzey askerlerin, din adamlarının ve kraliyet ailesi mensuplarının geçebildiği bölüm. Kalede kalan üst düzey yöneticilerin hayatı neredeyse burada geçiyor. Burada kabul veya toplantı salonu, teras, mutfak, kiler, sarnıç, tuvalet, yöneticilerin hücreleri gibi bölümler yer alıyor. Bir kısmını mumyalarla ve o döneme has olduğu düşünülen aletler ve silahlarla canlandırmışlar.

Buradan da kalenin yukarısına geçiliyor. Batı istikametine doğru kıvrılan bugün bakımsız olduğu için çalılarla örülmüş taş yolu takip ederseniz önce kraliyet dairesine, biraz daha tırmanırsanız kalenin en yüksek tepesine çıkabilirsiniz.

Burada bir kule karşılayacak sizi: Prens John Kulesi. Ayrıntıları tarih kitaplarında yazılı, ben sadece kısaca neden bu adla anıldığını söyleyeyim. İki rivayet var. Biri Prens John adamlarıyla burada toplanırmış. İkinci rivayet ise kendisine ihanet ettiğini düşündüğü askerleri birer birer çağırıp bu kuleden aşağı atmış.

Aşağı ve orta kısımları dolaşmak o kadar zor değil, yolları sağlam, merdivenler düzenli. Ama yukarıya çıkmak hiç de kolay değil.

Yukarı kalenin girişinde bir Lüzinyan Kapısı var. Yönetim mekanı kraliyet ailesine ait hücrelerin batı tarafında. Batı duvarları boyunca kraliçenin penceresi olarak bilinen kalenin en sağlam mekanlarından biri olan iki pencereli terası. Girne’nin üzerinden Kıbrıs’ın kuzey sahillerinin insanın saatlerce kalabileceği ve izlemekten asla usanmayacağı muhteşem manzarası var.

Bu kadar etkileyici bir kale olur da efsanesi olmaz mı? Onları da bir sonraki yazıya bırakalım.

Yazın ziyaret edecekseniz güneş doğmadan veya çok erken bir vakitte gitmenizi tavsiye ederim. Güneşin alnında o düzensiz ve yürümesi zor merdivenleri tırmanmak oldukça yorucu olabilir.

Bir daha o merdivenleri çıkmayı göze alır mıyım bilmem ama mutlaka gidilmesi ve görülmesi gereken bir yer olduğunu söylemeliyim.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Bir hadis alimi nasıl yetişiyordu?

İslam Dünyasında İlim Tahsili
08:15 "Ravi" Kitabının Yazılış Serüveni
19:00 Basra, Kufe, Yemen Hadis İlmi İçin Önemli Merkezler mi?
38:00 Hadis Ravisinde Aranan Şartlar Nelerdir?
41:00 Hadis Ravilerinin Yolculukları Nasıl Gerçekleştirildi?
44:00 Türk ve İslam Dünyasında Kervansaraylar
50:00 Hicri İkinci Asırda Hadis Dersleri Nerede ve Nasıl Veriliyordu?
54:00 Hadis Halkaları Nedir?
01:01:00 İslam Dünyasında İlim Tahsili
01:07:00 Hicri İkinci Yüzyılda Hadis İlminde Müzakere
01:22:00 Bir Hadisin Sahih Olup Olmadığı Nasıl Anlaşılırdı?

Bayramdaki hikmet ve irfan

02:10 Dini Bayramları Nasıl Kutlarız?

03:45 Ramazan Bayramına Neden "Id-ı Fitr" Denilmiştir?

04:40 Bayramlar Bizim İçin Neden Önemlidir?

10:15 Arifler Bayrama Nasıl Hazırlanır?

29:45 Gökten İnen Sofra (Maide Suresi) Kur'an'da Nasıl Geçiyor?

53:20 Çocuklar İçin Bayram Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net