Özgeçmiş
...
Türbeleri bulundukları yerlere göre köylerde ve şehirlerde olarak ikiye ayırabiliriz. Köylerdekileri de köyün içinde ve dışında olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Köyün içindekileri de müstakil bir yerde olanlar ve mezarlıkta bulunanlar olarak ikiye ayırabiliriz. Bu köyler daha çok Alevi-Bektaşilerin yaşadıkları köyler ve isimleri Baba veya Dede ile bitiyor türbede medfun zevatın. Türbelerin içleri de birbirinin kopyası adeta. Türbenin ve köyün büyüklüğüne göre süslerin ve adakların çeşitliliği değişiyor. Ama hemen hepsinde ortak olan şey Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hüseyin ile on iki imamın resimlerinin bulunduğu levhaların duvarlarda asılı olması. Türkiye’den gelen birtakım gruplar türbelerin içine kendilerince uygun gördükleri levha ve tabloları asmışlar. Bu da biraz bozmuş bana göre türbeyi. Bir de yapay çiçeklerin fazlalığı ve renkliliği rahatsız edici boyutlarda.
Türbeleri olan zevata göre ise tarihi şahsiyetler ve efsanevi şahsiyetler olarak iki başlık altında değerlendirebiliriz. Otman Baba, Demir Baba, Elmalı Baba, Akyazılı Sultan gibi tarihsel şahsiyetleri bilinenlerin yanı sıra Hasan ve Hüseyin Baba, Hızır Baba gibi isimleri birden çok olanlarla birlikte birçok baba türbesi daha var. Bunların da ilk fetih döneminde buralara gelen Barkan’ın kolanizatör dediği derviş gaziler, alperenlerin türbeleri olduğuna inanılıyor. Balkanların manevi fatihleri diyebiliriz.
Türbeler arasında kadınlara ait olanlarının olması da üzerinde durulması gereken bir konu. Sayıları oransal olarak az olsa bile varlıkları önemli ve bölge halkının kültür ve inanç dünyası hakkında bilgi veriyor.
Türbelerin yapısı ise birkaç tipte. Büyüklerin ve adı bilinenlerin türbeleri altıgen veya yedigen taş duvarlarla çevrili, tek kubbeli, kare biçiminde duvarlarla çevrili bir girişle içeri girilen bir formda inşa edilmiş. Yenilenen türbelerin bir kısmında bu form muhafaza edilmiş. Bir diğer tip ise kare veya dikdörtgen şeklinde taş veya beton duvarlarla çevrili. Bir de üzeri açık olup etrafı demir korkulukla çevrili olanlar var.
Kapalı mekandaki türbelerin büyük bir kısmının baş tarafında bir şahide bulunması ilk başlarda açıkta olduğunu, daha sonra üzerine bir türbe inşa edildiğini düşündürttü bizlere.
Özellikle köylerdeki türbeler toplum hayatında önemli bir yer işgal ediyor. Hıdırellez buralarda çok yaygın bir şekilde kutlanan doğal bayramlardan. Ama günleri daha çok insan katılabilsin diye Bulgaristan’daki resmi tarihlere göre değiştirilmiş. Bu günlerde türbeler ziyaret edilir, yardımseverlerin bağışlarıyla alınan kurbanlar kesilir, gelen misafirlere ikram edilir. Kesilen kurban sayısın üç, beş ve yedi adet olması oldukça önemlidir ve böyle olmasına özen gösterilir.
Hıdrellez dışındaki zamanlarda da türbeler ziyaret ediliyor ve adaklar adanıyor. Türbeye aklınıza gelen her türlü nesne adanabiliyor. Bir yıl boyunca türbede biriken bu adaklar Hıdırellez günü toplanıyor ve o gün oraya gelenler tarafından satın alınıyor. Bir nevi kermes diyebiliriz.
Bulgarların türbe ve tekkelere karşı tutumları insafsızca ve acımasızca olmuş ki bu yapılar insan olsalardı rahatlıkla soykırım derdik. Köylerdekilere pek dokunmazlarken şehirdekileri hâk ile yeksân etmişler. Yüzlerce türbe ve tekkeden bugün bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda eser kalmış maalesef. Demir Dede, Enihan Dede, Kıdemli Dede gibi yerleşim merkezleri dışında olup taştan muhkem yapısı olan türbeleri yıkmamışlar veya yıkamamışlar ama farklı bir yol izlemişler. Kendilerince aziz olan bir şahsiyetin türbesi olduğunu söyleyerek bu mekanlara ortak olmuşlar. Ortak getiremediklerinin hemen yanına da kilise kondurmuşlar, Bali Baba’da olduğu gibi.
Mimarisiyle gözleri büyüleyen ve hayranlık uyandıran camileri yıkamamışlar ama hepten de kendi haline bırakmamışlar. Ya avlusundaki müştemilatı yıkmışlar ya çevredeki duvarları yıkıp hemen dibine apartmanlar dikmişler. Ya da Filibe ve Sofya camileri gibi, buralar Türklerden önce Roma yani Avrupa’ya aitti der gibi hemen yanı başlarını kazıp Roma dönemine ait yapıların kalıntılarını çıkartmış ve müzeleştirmişler. Böylece kültürel ve mimari soy kırımın nasıl yapıldığını örneklerle göstermişler. Sedat Hakkı Eldem’in kitabında bahsedilen üç bin eserden bugün üç tane bile kalmamasının nedeni daha iyi anlıyoruz.
Bulgarlar ecdadın bıraktığı eserleri yıktı, yaktı, tahrip etti. Kızalım ama iğneyi de kendimize batırmamazlık etmeyelim. Bizim yaktıklarımız, yıktıklarımız, tahrip ettiklerimiz için kime ne diyelim, kızalım, bilemiyorum. Bizim de günahımız Bulgarlardan az değil, belki onlardan da fazla.
Son olarak bir gözlemimi sizinle paylaşayım. Bulgaristan’ı gezince Şeyh Nazım Kıbrısî’nin ne kadar önemli bir iş yaptığını daha iyi anladım. Tamam, Kıbrıs Türkleri, Bulgaristan’daki soydaşlarımız gibi uzun süre kendi kültürlerini yok etmek isteyen bir yönetim altında kalmadılar, bunu bir kenarda tutalım. Ama Şeyh Nazım Efendi’nin yaptıklarını da görmezden gelmeyelim. Kıbrıs’ta türbe ve tekkelerin, camilerin korunması için elinden gelen ne varsa yapmış, halifeleri ve müritleri de onun bu hassasiyetini sürdürüyorlar gugün. Bugün hangi türbeye gitseniz oraya sahip çıkan, temizliğini yapan, bekleyen ve koruyan bir Şeyh Nazım dervişi görürsünüz. Bulgaristan’da göremediğim de bu. Bulgaristan Türkleri de kendi içlerinden bir Şeyh Nazım çıkarsalardı, bugün manzara çok daha farklı olurdu.
Son söz: Hiçbir şey için geç kalınmış sayılmaz.
...
Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.
Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.
Youtube videolarını izleyebileceğiniz, A'mâk-ı Hayal Sohbetleri, Kültürümüzde Şiir ve Mûsikî (TRT Radyo), Enderun Sohbetleri (Vav Radyo), Enderun Sohbetleri (Vav TV) ve Mürekkep Damlaları (Vav Radyo)'ni dinleyebileceğiniz sayfadır.
Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...
Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.
Cudi Dağı ve Cizre'nin Kültür ve Tarihimizdeki Önemi
04:00 "Cudi- Nuh'un Gemisinin İzinde" Romanının Yazılış Serüveni
06:30 "Şeyh ve Kilise" Kitabının Yazılış Serüveni
16:00 Cudi Dağı İle İskender Paşa Camii Arasında Nasıl Bir Bağlantı Vardır?
17:30 Cizreli Şeyh Seyda Hazretleri Kimdir?
20:15 Diyarbakır Ulu Camii ve Cizre Ulu Camii'nin Ortak Yönleri
23:15 Cizre'deki Kırmızı Medrese'nin Önemi Nedir?
32:00 Cizre'deki Şikeft-i Cüz Mağarası'nın Manevi Önemi
34:30 Cizre'deki Cebrail Kapısı'nın Tarihi Önemi
36:30 Sefine Festivali, Kültürel ve Dini Açıdan Ne İfade Eder?
43:00 "Cudi Dağı, Hz. Nuh'un ve Ümmetinin Sığınağıdır"
45:30 Hz. Nuh'un Gemisini Arayan Gencin Hikayesi
Cevdet Paşa’nın ahir ömründe yazdığı bu kitabın tam adı: Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Bir nevi İslam tarihi de denilebilir.
Tanpınar’ın onun için söylediği şu sözler çok önemli: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya'da ve bilhassa da bu kitabın Peygamber'in hayatına ait olan kısmında nesrin kemal noktasına varmıştır. Türkçe'de Mevlid'den başka hiçbir kitap, bu kadar herkesin dilini konuşuyor hissini bırakmamaktadır.