Bilinmeyen hazinelerimizden: Beçin Kalesi ve Şehri

Bazı yerler var ki ne kadar anlatılırsa anlatılsın görülmedikçe kıymeti tam olarak bilinmiyor. Kıymetini ve önemini anlamak için illa görmek, yaşamak gerekiyor.

Aynı fakültede çalıştığımız Prof. Dr. Kadir Pektaş Hoca, kazı başkanlığını yürüttüğü Beçin’i ve önemini anlatır, biz de diğer kazı yerleri gibi toz-toprak içinde duvar kalıntıları olduğunu düşünürdüm. Geçen hafta bir münasebetle Milas’a gidince, buralara kadar gelmişken Kadir Pektaş’ın Beçin’ini de bir göreyim, dedim ve Kadir Hoca’yı aradım.

Şansıma hoca Milas’taydı ve bize Beçin’i gezdirdi. En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Hoca bize az bile anlatıyormuş, meğer Beçin bir hazine imiş. Neden böyle düşündüğümü izah etmeye çalışayım. Yine de ikna olmaz iseniz lütfen siz de ziyaret edin.

Beçin neden önemli?

Önce Ani’nin fethi, sonrasında Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun kapısı Oğuz Türklerine açılınca boy boy göç etmeye başladık. Her bir boy bir bölgede yoğunlaştı ve orayı yurt edinmeye başladı. Yüzyıl geçmeden, tarih kitaplarında mufassalan anlatıldığı gibi, Anadolu’nun dört bir bölgesi Türkiye Selçuklularına bağlı beylikler olarak Türk yurduna dönmüştü.

Menteşoğulları, Muğla-Milas ve civarını yurt edinip beylik kuran boylardan biri. Merkez olarak olarak Milas’ı seçmişken daha sonra özellikle güvenlik nedeniyle başkentlerini Milas’ın kuzeydoğusundaki Beçin’e taşırlar. Beçin, 13. Asır Anadolu Beylikleri dönemi başkentlerinin tipik bir örneğidir ve günümüze bir bütün olarak ulaşan ikinci bir örneği yoktur.

Diğer beyliklerin başkentleri zaman içinde Osmanlı mülkü oldu ve gelişti, değişti, dönüştü. İmparatorlukla birlikte hepsi İstanbul’a benzetilmeye çalışıldı. Osmanlılardan sonra bu şehirlerin bir kısmını perişan ettik. Son beş-on yıldan beri toparlamaya, eserleri kurtarmaya çalışıyoruz. Ancak daha yapacak çok işimiz var.

Beçin’in şansı Fatih döneminde terk edilmesiyle birlikte olduğu gibi kalması olmuş. Diğer şehirler gibi yaşam burada devam etmemiş. Bölgenin çobanları dışında kimsenin gitmediği şehrin üstü toz ve toprakla örtülmüş. Zaman, şehri âdeta saklamış ve korumuş. Dolayısıyla kazıdıkça çıkan her yapı en erken Fatih dönemine ait oluyor. Bu da Beçin’i diğer şehirler arasında müstesna bir yere oturtuyor.

Beylikler dönemi şehri

Menteşoğullarından Orhan Bey, merkezi Rodos şövalyelerinin tehdidine karşı daha güvenilir bulduğu Beçin’e taşıdıktan sonra Bizans döneminden kalan kalenin etrafına 13. asrın Türk şehirlerinden birini inşa eder.

Kısa sürede cami, medrese, han, hamam ve imaretlerle süslenen şehir ortaya çıkar. Ticaretin de verdiği canlılık ve zenginlik ile bölgenin önemli merkezlerinden biri olur.

Benim dikkatimi en çok çeken şey kalıntılar arasında medrese ve hamamların sayısının daha önce gördüklerime kıyasla çok fazla olması oldu. Ahmet Gazi Medresesi, Konya Karatay Medresesi’nden çok da küçük değildi. Ahmet Gazi Medresesinden başka üç-dört medrese kalıntısı ve duvarları daha vardı. Demek ki Menteşe beyleri ilme ve alimlere çok değer veriyorlardı ve başkentlerini bir ilim merkezi yapmak istiyorlardı. Üstelik beylerin her birinin ömrü karada ve denizde düşmanla savaşarak geçmişti. Belli ki hayallerinde büyük bir devlet kurmak vardı ve bunun yolunun da ilimden ve alimlerden geçtiğini biliyorlardı.

Dikkatimi çeken ikinci husus sarnıç, hamam ve çeşmelerin çokluğu idi. Sadece içkalede dört sarnıç ve kuyu vardı. Büyük Hamam, Bey Hamamı ve çeşmenin hemen yanında bulunan gir-çık hamamı çok dikkat çekici idi. İlk defa burada gördüğüm gir-çık hamamı acil durumlarda yıkanmak üzere yapılmış, tek kişinin yıkanabileceği büyüklükte bir banyo gibiydi. 13-14. asırda adeta su medeniyetinin ürettiği tüm mimari yapı örneklerinin bulunduğu şehrin ve şehirlilerin temizliğini bir düşünün. Ben gir-çık hamam ismini çok sevdim, neden günümüzde de kullanılmasın?

Bunların yanı sıra şehirde külliye, zaviye, imaret, han, şapel ve sivil mimari örnekleri de var. Bunlar içinde bahsetmek istediğim bir diğer yapı Sonsuzluk Havuzu. Şehrin dışında, Milas ovasına bakan bir tepenin üstündeki düzlüğün yamaca bakan ucunda inşa edilen bu havuz su olukları, süslemeleri ve çeşmeleri ile dönemin tüm özelliklerini taşıyor. Az ötesinde çıkan bir gözeden gelen sularla dolan havuzun etrafı düz ve sıcak yaz akşamlarını keyif içinde geçirmek isteyenler için inşa edilmiş gibi duruyor.

Bana Beçin’i iki kelime ile özetle diyecek olursanız size su ve ilim derdim. Geleneğimizde ilmin suya benzetildiğini, su ile ilmin kastedildiğini biliyorum. Acaba şehri kuran Orhan Bey ve çocukları da su ve ilim arasındaki bu ilişkiyi bilerek mi şehri medrese ve hamamlarla, çeşmelerle donattılar diye de düşünmeden edemiyorum. En başta söylediklerimi tekrarlayarak sözlerime son vereyim. Bazı yerler var ki ne kadar anlatılırsa anlatılsın görülmedikçe kıymeti tam olarak bilinmiyor. Kıymetini ve önemini anlamak için illa görmek, yaşamak gerekiyor. Ne kadar yazarsam yazayım Beçin’i olduğu gibi anlatmaktan ve göstermekten acizim. O yüzden benim bu yazdıklarımla yetinmeyin ve imkânınız varsa mutlaka gidin, görün. Hiç kuşkunuz olmasın, bana hak vereceksiniz.

Yaklaşık 50 yıl önce başlayan kazılar bugün de devam ediyor ve belki bir o kadar daha sürecek. Hâlen Beçin Şehri kazılarına başkanlık eden Prof. Dr. Kadir Pektaş’ı gayretli çalışmalarından dolayı tebrik ediyorum. Kendisine ve ekibinden Fırat Turan’a mihmendarlığı ve misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Bir vaaz ve nasihat kitabı: Tenbihü'l Gafilin

Tenbihü’l-Gâfilîn vaaz ve nasihat kitabıdır. Maverâünnehir bölgesinde yaşayan ve Türk olması kuvvetle muhtemel olan Ebü’l-Leys, fakihliği ile öne çıkan ancak temel İslam ilimlerinin hemen her alanında eser vermiş velut bir âlimdir. Ehl-i sünnetten, Hanefi fıkhının en önemli ve öncü isimlerinden bir fakih, müfessir, mütekellim/kelamcı ve aynı zamanda bir sufidir. Semerkant ve Belh’te müderrislik yaptığı, ahlak ve irşada dair konularda vaazlar verdiği de eserlerinin üslubundan anlaşılmaktadır.

Ebü’l-Leys’in eserleri, üslubunun akıcılığı, dilinin sadeliği ve tasnifteki başarısı ile dikkat çeker. Halkın seviyesine inerek anlaşılması zor olan meselelerin daha kolay öğrenilmesini sağlar. Sadece ders vermekle meşgul olmamış halkın da eğitimine önem vermiş bir alim. Kitaplarını ayet ve hadise dayandıran Ebu’l-Leys halkın içinde olmasa böyle bir kitap da yazamazdı. Bu yüzden eserleri Endülüs’ten Endonezya’ya kadar yayıldı ve asırlar boyunca İslâm dünyasının birçok bölgesinde Müslüman toplumların İslâm anlayışlarını ve dinî hayatlarını derinden etkiledi.

Uganda'da yaşamak

Kısa bir Uganda tarihi. Hangi ülkenin sömürgesiydi? Ne zaman kuruldu?
Ugandalılarin dini nedir?
Uganda’da Müslümanların hayatı
Müslümanlar daha çok nerede yaşıyorlar ve hangi işlerle meşgul oluyorlar?
Ugandalılar eski inançlarını devam ettiriyor mu? Uganda’da yaşayan Türkler var mı?
Yaygın bir inanç olarak wichtcraftlar
Uganda’da yükseköğretim
Uganda yemekleri
Uganda’da düğün ve cenaze
Uganda ve Nil
Uganda'nın rengarenk, cıvıl cıvıl kuşları ve çiçekleri
Afrika’nın meşhur hayvanları
Tanzanya, Kenya, Ruanda ve Kongo
Uganda’da da Türk dizileri izleniyor mu?
Uganda’ya ne için gidilmeli?
Gidecek olanlara tavsiyeler

ismailgulec.net