Müjde mü’minler size ihsân-ı Rahmândır gelen
Allah’ımıza şükürler olsun, yine bir ramazana kavuştuk. Ramazan tüm ihtişamı ve ihsanlarıyla geliyor. Ramazanın gelişini türlü şekillerde kutluyoruz, sevincimizi farklı biçimlerde paylaşıyoruz.
Ramazanın gelişini anlatan ve niçin sevinmemiz gerektiğini açıklayan şiirler de bu bu biçimlerden biri. Aralarında Derviş Yunus, Üftâde, Aziz Mahmut Hüdâyî, Abdülehad Nurî, İsmail Hakkı Bursevî, Şeyh Ahmed Suzî, Ahmet Remzî Dede ve isimlerini sayamadığım mutasavvıf şairin ramazanı tebşîr eden şiirleri var. Bu ilahilerin büyük bir kısmı da bestelenmiş ve ramazan ilahileri olarak asırlardan beri icra edilmekte ve edilmeye de devam edecek.
Ramazaniye hakkında bir kanaat oluşması için Ahmet Remzi Dede’nin şiirini açıklamaya çalışalım. Ama öncesinde kısaca Dede’yi tanıtalım.
“Hüve’l-Bâkî” ile “Ruhuna Fatihâ” arasında
Bir toplumun medeniyet seviyesini gösteren işaretlerden biri de mezarlıkları ve mezar taşlarıdır. Türkler, Müslüman olmadan önce atalarının mezarlarına gösterdiği hürmeti ve özeni Müslüman olduktan sonra da göstermişler, dünyanın en güzel mezarlıklarını ve mezar taşlarını yapmışlardır. Taşı kitabeye dönüştürmeyi başarmak kolay bir iş olmasa gerek. Dünyanın hiçbir yerinde bizim mezarlarımız kadar sanat değeri yüksek, sembollerle örülü ve birbirine hem benzeyen hem benzemeyen farklı mezar taşları bulamazsınız. Bizim mezarlarımız lahdi ile, baş ve ayak taraflarına dikilen taşları ile, çevresine dikilen bitki ve çiçek örtüsüyle bizim medeniyetimizin geldiği noktayı gösteren harika örneklerden biridir.
Öteden beri bizde heykeltıraşlık olmadığından dem vurulur, durulur. Oysa sıradan bir Osmanlı mezarlığı gezilse o mermerlerden ve taşlardan ne harika işler çıkarıldığı hemen görülecektir. Mermer üzerine işlenen nakışlar, motifler tezyini sanatların en güzellerindendir. Kitabe üzerindeki yazı ise biçim olarak hattın, muhteva olarak da şiirin güzel örnekleridir. Bir mezar taşında musiki dışında tüm sanatları görmek mümkündür.