Dâvûd-ı Kayserî’nin Türbesi

Osmanlılarda kadim geleneklerden biri bir şehri fethettikten sonra ilk olarak fetih hakkı olarak büyük kiliselerden birini camiye çevirmek, daha sonraki birkaç yıl içinde de şehrin merkezinde aralarında medresenin de olduğu külliye inşa etmektir. İznik’i 1331’de fethedince de aynı şekilde bir kiliseyi camiye ve bir manastırı da medreseye çevirdiler. Daha sonra hemen cami ve medrese inşasına başladılar.

Orhan Gazi, İznik’in fethinden sonra kurduğu medresenin başına Dâvûd-ı Kayserî’yi getirir. Dolayısıyla Osmanlı medrese geleneğinin başlangıcı olarak kabul ettiğimiz medreseyi ilk üniversite, Dâvûd-ı Kayserî’yi de ilk rektör olarak kabul edilebiliriz.

Dâvûd-ı Kayserî neden önemli?

Kuruluş devrinin müderrisi olan Dâvûd-ı Kayserî’nin bizim için önemi Osmanlı ilim geleneğinin başlangıcı olmasının yanı sıra temsil ve temellük ettiği düşüncenin geleneğin damarını oluşturmasıdır.

Kayseri’de doğan ve ilk tahsilini burada alan Dâvûd-ı Kayserî tahsiline önce Mısır Kahire’de, dönüşünde Tokat Niksar’daki Yağıbasan Medresesinde devam eder. Yağıbasan Medresesindeki tahsilinin önemi Merağa matematik-astronomi okulunun temsilcisi olan İbn Sartak’ın bulunmasıdır ve Dâvûd-ı Kayserî burada fen bilimlerini tahsil eder. Niksar’dan sonra gittiği İran’ın Save şehrinde meşhur alim Abdurrezzâk Kâşânî’ye tanışır ve ondan da feyz alır.

Kâşânî’nin önemi Dâvûd-ı Kayserî’yi İbnü’l-Arabî ile tanıştırmasıdır. Şiirleriyle İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf anlayışını yayan Kâşânî, Sadreddin Konevî gibi İbnü’l-Arabî’nin fikirlerini ilmî ve felsefî bir üslûpla dile getirmiştir. Onun, İbnü’l-Arabî’nin görüşlerine dair yorum ve değerlendirmeleri devrinden itibare büyük ilgi görür. Bugün bile İbnü’l-Arabî’yi anlamak için Kâşânî’nin eserlerine başvurulur. İbnü’l-Arabî’yi takip etmekle birlikte tamamen onun taklitçisi olmayan Kâşânî, kendine has bir hikmet anlayışı ortaya koyar. Dâvûd-ı Kayserî böyle bir mutasavvıftan da feyz almış ve İbn Arabî’nin görüşlerini onun bir eserini şerh edecek kadar benimsemiş bir mutasavvıf alimdir.

Dâvûd-i Kayserî, İbnü’l-Arabî’nin yolunu takip etmekle birlikte bir tarikat mensubu ve çevresindekileri irşat eden bir şeyh değildir. Onun Ekberiliği İbnü’l-Arabî’nin düşünce sistemini benimsemiş olmasından dolayı olduğu unutulmamalıdır.

Dolayısıyla Dâvûd-ı Kayserî geleneksel İslamî ilimlerin yanı sıra Niksar’da öğrendiği Merâğa okulunun fen ilimleri sahalarındaki birikimini ve Kâşânî’den öğrendiği felsefeyi de tahsil ederek üç farklı damardan beslenmiştir. İbnü’l-Arabî ile özdeşleşen vahdet-i vücûd tasavvufî anlayışını felsefî mâhiyette yorumlayacak kadar benimseyen bir düşünür olmasıdır. İhsan Fazlıoğlu onun bu anlayışı özümsemesinde matematik tahsilinin önemli bir yeri olduğunu ve Şeyh Bedreddin, Molla Fenârî, Kutbuddin İznikî, Sofyalı Bâlî Efendi, Abdullah Bosnevî ve İsmail Hakkı Bursevî olmak üzere birçok Osmanlı alimlerini derinden etkilediğini söyler. İhsan Fazlıoğlu’na göre onun yaptığı en önemli iş tasavvufî keşf ve ilhama dayalı irfânî söylemi ve vahdet-i vücûd felsefesini medrese diliyle yeniden inşâ etmesi; buna bağlı olarak, Selçuklu-Osmanlı medrese geleneğini ile tasavvuf geleneği arasında, dil çerçevesinde belirli bir mutâbakatı sağlamasıdır. Bu mutabakat ise Osmanlı medreselerinin Selçuklu medreseleri ile arasındaki temel farktır. Dâvûd-ı Kayserî sadece bir medresenin kurucu müderrisi değil Osmanlı ilim ve kültür zihniyetinin temeline kattığı, tasavvufî-riyâzî renk ile düşünce sisteminin kurucu düşünürüdür.

1336’da İznik medresesi inşaatı bittiğinde Orhan Gazi’ye baş müderris olarak önerilen isimlerin başında Dâvûd-ı Kayserî gelir. Onun tercih edilmesi şüphesiz kurulan medresenin nasıl olması gerektiği konusunda bize bilgi verir. İhsan Fazlıoğlu, Anadolu’da gelişen İslam kültürünü temsil eden Kayserî’nin baş müderris atanmasının, Osmanlıların mirasçıları olarak mensubiyetlerini; devamı olmak ve sürdürmek istedikleri geleneği işaretlemek istemiş olabileceklerini düşünür. Ayrıca Bursa varken İznik’te medrese geleneğinin başlatılmasının nedenleri arasında İznik’in kadim dönemden itibaren bir ilim merkezi olmasının, özellikle Ortodoks Hristiyanlık için sahip olduğu önemin sağladığı doğal kültürel ortamın da etkisi olacağını düşünür. Osmanlı mülkünün genişlemesine ve İznik’in şehir olarak önemini kaybetmesine rağmen Kutbüddin İznikî (ö. 1418), Fenârîzâde Hasan Çelebî (ö. 1455), Molla Hayâlî (ö. 1480), Molla Hüsrev (ö. 1480), Hocazâde (ö. 1487), Hatîbzâde (ö. 1495) ve Zenbilli Ali Cemâlî (ö. 1525) gibi meşhur Osmanlı ulemasının İznik Medresesi’nde müderris olarak atanması, İznik Medresesinin şöhretini uzun süre koruduğunu ve Osmanlı yönetiminin bu medreseye çok önem verdiklerini gösteriyor.

Türbesi nerede?

1350 yılında ölünceye kadar İznik medresesinde müderrislik yapan Dâvûd-ı Kayserî’nin mezarının Çandarlı Halil Paşa Camii'nin karşısında, bugün Çınardibi olarak bilinen yerde bulunduğu rivayet edilmekte ancak yeri tam olarak tespit edilememişti.

Orhan Gazî’nin kurduğu medresenin vakfiyesinde Dâvûd-ı Kayserî’nin ölene kadar müderris olarak kalacağı yazılıdır. Ölene kadar görevine devam eden Dâvûd-ı Kayserî’nin Çınardibi’nde olduğu söylenen mezarına dair en küçük bir işaret yok idi. Prof. Dr. Mustafa Kara sohbetlerinde yeri geldikçe Dâvûd-ı Kayserî’nin öneminden bahseder ve yeri belli olan mezarının bulunduğu yere bir türbe yapılması gerektiği üzerinde önemle dururdu. Hatta onun mezar taşının bulunacağına bile inanırdı. Hocamızın sohbetlerinin tesiriyle olsa gerek 2007’de kaynaklarda bahsi geçen mevkide çınarın altına teberrüken bir mezar inşa edilir. Ancak yapılan mezar Dâvûd-ı Kayserî’nin şanına ve önemine hiç yakışmıyordu.

Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Basri Öcalan’ın İznik Meslek Yüksekokuluna atanması türbe için bir şans oldu. Göreve başlayan Prof. Öcalan, tarihçiliğinin vermiş olduğu ehliyetle İznik tarihine, özellikle Dâvûd-ı Kayserî’nin mezarı ile ilgili bilgi belge toplamaya başlar. Bulduğu bilgileri Bursa Kültür Varlıkların Korumu Bölge Kurulu ile paylaşır ve kurulun onayı ile Dâvûd-ı Kayserî’nin mezar yeri tescillenir.

Dönemin İznik Kaymakamı Recai Karal’ın gayretleri ile ilk olarak mezarın bitişiğindeki ev istimlak edilir ve çevre genişletilir. Dönemin Bursa Büyükşehir Belediyesi mezar ve çevre düzenlemesi için bir proje hazırlar ve hemen inşaat faaliyetleri başlatılır. Proje 2024 yılında tamamlanır ve ziyaretçilere açılır.

Bu türbenin ortaya çıkmasında birçok kimsenin emeği ve katkısı var. Meseleyi devamlı gündemde tutan Prof. Dr. Mustafa Kara, türbe yapmayı kendisine vazife telakki eden Prof. Dr. Hasan Basri Öcalan hocaların katkıları önemli. Hocaların görüşlerine değer verip icraata geçen İznik Kaymakamı Recai Karal, belediye başkanı Kağan Mehmet Usta, dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ı da minnetle anmalıyız. Minnet ve şükranla anmamız gereken bir isim daha var. Belediye meclis üyesi ve başkan vekili Zeliha Peşte. Onun türbeye sahip çıkıp Hasan Basri Hoca ile birlikte süreci adım adım takip etmesi işlerin düzenli bir şekilde devam etmesini sağladı.

Türbe ile ilgili her şey çok güzel iken bir husus var ki söylemeden geçemeyeceğim. Davud-ı Kayserî için hazırlanan mezar taşı kitabesinin hattı türbeye hiç yakışmamış. Bir hattata yazdırılması gereken taşın üstüne CNC tezgahından çıkan bir metin işlenmiş. Osmanlı ilim geleneğinin başlatıcı olan birinin mezar taşı ona yakışacak ve geleneği yansıtacak bir şekilde olmalıydı. Bunun için Halil İnalcık veya Emin Saraç Hocaların mezarları ve mezar taşları örnek alınabilirdi.

Temenni ve dileğimiz mezarın ve taşının bir an önce Osmanlı ulemasının mezar taşlarına uygun bir hâle getirilmesidir. Osmanlı geleneğini yaşatmak en çok Osmanlıların kurulduğu topraklara yakışır.

Haksız mıyım?




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mesnevî’yi anlamayanlar ona iftira atarlar

Cemal Aydın tercümesinin diğer tercümelerden farkı
Mesnevî ile Batı klasikleri arasındaki farklar ve benzerlikler
Simyacı meşhur ve çok satan bir roman. Mesnevi’den mülhem midir?
Mesnevî neden bir şaheserdir?
Divan-ı Kebir’in Mesnevî’den farkı nedir?
Mevlana ve eserlerini okuduktan sonra müslüman olan Batılı var mı?
Mesnevî bize neyi öğretir? Onu okuyanlar ne kazanır?
Müstehcen fıkralardan dolayı eleştirenler var. Bu tür fıkraların yer almasının sebebi
Mehmet Akif, Tanpınar gibi büyük edebiyatçılar da Mevlana’ya hayranlar. Neden hayran oldular?
Mesnevi okuyanın ruh sağlığı yerinde olur
Mevlana denildiği için eleştiriler var. Mevlana’ya neden Mevlana deniliyor?
Batılıların Mevlana’ya ve eserlerine olan ilgisinin sebebi nedir?
Bizdeki bu Batı karşısında ezik duruşun sebebi
Mevlana şair midir, sufi midir, âlim midir, müderris midir?
Mevlana’dan etkilenen Batılı düşünür ve yazarlar
Mevlana hümanist miydi?

Muharrem ayına has âdetler

Muharrem ayı bizim için ne ifade eder?
Muharreme has uygulamalar

Taziye ayı denilir. Taziye nedir?

Maktel nedir ve ne için okunur?

Hadikatü’s-Süeada okunması adeti

Aşure nedir?

Aşure ne zaman pişirilir?

Aşure pişirmek ne demek?

Aşurenin tatlı olarak dağıtılması adeti nedir?

Aşure orucu nedir?

Muharremi anlatan çok ilahiler, nefesler

ismailgulec.net