Akıl Mecnun’unun Nefis Devesiyle Mücadelesi

Mevlana Hazretleri, Mesnevi’sinin dördüncü cildinin 1533-1561. beyitleri arasında ve Fîhi Mâfih’te akıl ile nefisi aralarındaki mücadeleyi Mecnun’un devesiyle olan mücadelesine benzettikten sonra şu açıklamayı yapar:

Mecnun’un sevdası Leylâ’dır, devenin sevdası yavrusuna… Nitekim Mecnun da “Devemin sevdası ardındakinedir, benim sevdam önümdekine… İkimiz de sevdalıyız ama sevdalarımız aykırı !” demiştir.

Daha sonra da hikayeyi anlatır:

1535. Mecnun, bir an bile kendisinden geçti mi deve, hemencecik geri döner, geriye giderdi. Mecnun, tamamı ile aşkla, sevda ile dolu olduğundan kendisinden geçmemesine imkân yoktu. Kendisini gözetleyen akıldı… fakat aklını, Leylâ’nın sevdası kapmıştı! Deveye gelince o, çevikti, fırsat gözleyip durmaktaydı… yularını gevşek hissetti mi, Anlardı ki Mecnun daldı gitti… hemen geriye yüz tutar, yavrusunun bulunduğu tarafa doğru gitmeye başlardı.

540. Mecnun kendisine gelir, evvelce bulundukları yerden fersahlarca geriye gittiğini anlardı. Üç gün böyle yol aldılar… Mecnun, âdeta yıllarca tereddüt içinde kaldı. Nihayet dedi ki: A deve, ikimizde âşığız ama birbirimize aykırıyız… arkadaşlığa lâyık değiliz! Senin sevgin de bana uygun değil, yuların da senden ayrılmak gerek! Bu iki arkadaş da, birbirinin yolunu vurmada…tenden aşağı inip ayrılmayan can, yol azıtır gider!

1545. Senin canın da arşın ayrılığı ile yoksulluğa düşmüş… teninse diken aşkıyla deveye dönmüş! Can, yücelere kanatlar açmada…ten, tırnaklarıyla yere sarılmada! Ey vatan aşkıyla ölmüş deve, sen benimle oldukça canım, Leylâ’dan uzak kaldı gitti! Adeta Musa kavminin yıllarca çölde kalışı gibi bende seninle bu hallere düştüm… ömrüm geldi geçti! Bu yol, vuslata erişmek için iki adımdan ibaret… halbuki ben, senin hilenle tam altmış yıldır, bu iki adımlık yolda kalakaldım!

1550. Yol yakın… fakat ben pek geç kaldım. Bu binicilikten adamakıllı usandım artık!

Der ve kendisini deveden aşağı adeta düşer, ayağını kırar. Deve çocuklarına, Mecnun da o halde Leyla’nın köyüne gider.

Mesnevî’de hikaye çok açık, deve insan bedeni ve o bedene hükmeden nefis. Mecnûn ise o bedenin yani nefsin heva ve arzuları hılafına hareket eden akıl veya ruh. Deve yavrularına, yani aslı toprak olan ve dünyaya ait olan beden dünya nimetlerine heves ederken Mecnûn yani aslı ötelerden olan ruh Rabb’ine aşıktır ve ona kavuşmak ister. Fakat aklın, bedenin arzuları güçlü iken ona hükmetmesi mümkün değil. Dünyevî hevâ ve heveslere düşkün nefis devesi aklı hüsn-i mutlak olan Allah’a giden yollardan çıkarır. Leyla’ya kavuşmak deveden inmekle, nefsin arzu ve isteklerinden vaz geçmekle mümkün olur.

Gâfiller develerinin sırtında develerinin götürdüğü yere gider, yani Allah’ı unutup nefislerinin arzu ve hevesleri peşinde koşar. Hüsn-i mutlaka âşık-ı hakikî heva ve heveslerinden kurtulur, bu dünyaya olan ilgisini keser.

Mevlana Hazretleri adeta Leyla ile Mecnûn’u şerh eder. Hikâyede verilen mesaj çok açık. Ancak benim için müphem olan bir vechesi daha var.

Leyla ile Mecnun mesnevileri

Hikayenin anlamı ve şerhi böyleyken edebiyatçıları ilgilendiren kısmına da değinmeden geçemeyeceğim.

Türk edebiyatında Gülşehrî ve Aşık Paşa’nın hikayeden kısaca bahsetmesiyle başlayan Leyla ile Mecnûn daha sonra müstakil mesnevi olarak yazılmaya başlanacaktır. İlk olarak Edirneli Şâhidî tarafından Gülşen-i Uşşâk adıyla yazılan hikaye Ali Şir Nevâyî’nin Hamse’sinde de yer alır. Anadolu ve Azerbaycan sahasında yetişmiş yaklaşık 20 kadar şair tarafından Leyla ile Mecnûn hikayesi yazılır ve en meşhuru Fuzulî’ninkidir.

Hikâyeyi Fuzulî’nin (ö. 1556) Fatih Köksal hoca tarafından neşredilen Leyla ile Mecnûn neşrinde göremedim. Kültür Bakanlığının e-kitap sitesinde yayınlanmış olan Leyla ile Mecnûn mesnevilerinin hepsini taradım ve hiçbirinde Mesnevî’de geçen bu epizotu göremedim. Sadece Hamdullah Hamdi’nin (ö. 1503) YEK tarafından yayınlanan Güler Doğan Averbek neşri Leyla ile Mecnûn’unda gördüm. Ben sadece ulaşabildiklerime bakabildim. Bu epizotun sadece Hamdullah Hamdî’de yer aldığını iddia edebilmek için Türk edebiyatında yayınlanmış tüm Leyla ile Mecnun hikayelere bakmak gerektiğini söyledikten sonra Hamdullah Hamdi’den ilgili bölümü aktarıyorum.

Epizot 542. beyitten itibaren anlatılır:

Rivāyet olınur kim Ḳays-ı Mecnūn
Ziyāde ġālib olsa şevḳ-i Mecnūn

Köşegin nāḳasından ayırurdı
Binüp Leylī diyārına yürürdi

Çeker ol anı ben Leylī firāḳın
Bilür her kimse çekdügi belāsın

Nice ṣabr eylesem bār-ı firāḳa
Ki döymez ol yüki çekmege nāḳa

Ben ne kadar ayrılık yükünü taşımaya sabr etsem de deve o yükü çekmeye tehammül edemez, diyen Mecnûn’un devesinin yavrularına olan düşkünlüğünü ve onlara kavuşma arzusunu şu beyitle ifade eder:

Ṣıġardı a’nī fī semmi’l-ḫıyāṭī
Nivār idüp anı fürḳat ribāṭı

[Devenin yavrularına olan kavuşma arzusu] sanki iğne deliği bile olsa onu konakladıkları yerden kaçırtırdı.

Hamdullah Hamdi Araf suresi 40. Ayette ifade edilen Allah’ın ayetlerini inkar edenlerin devenin iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremeyeceklerine telmihte bulunarak mücrimler ve münkirler için imkansız olan şeyi deve için mümkün kılarak devenin çocuklarına karşı olan düşkünlüğünün cehennemdekilerin pişman olup affedilmek istemeleri arzusundan daha kuvvetli olduğunu söyler. Bununla da hem devenin arzusunu hem de Mecnûn’un bir deveyi bile yedememesinin gerekçesini açıklamış olur ve okurun her ikisini de mazur görmesini sağlar.

Sadece bu beyit bile Hamdî’nin dile ve kültüre ne kadar hakim olduğunu ve ifade etmeye muktedir bir şair olduğunu göstermeye yeter.

Aklıma takılan soru şu: Mevlana’dan 230 sene sonra vefat eden Hamdullah Hamdî’nin Mesnevî’yi görmek ihtimali var. Oradan almış olabilir. Peki Mevlana Hazretleri bu hikayeyi nereden aldı? Hikâyenin aslının Arap hikayesi olduğunu biliyoruz ve o hikayede de böyle bir epizot yok. Hikâye Farsçaya geçince mesneviye dönüşüp farklılaşarak enginleşiyor. Acaba hangi Farsça Leyla ile Mecnûn’dan aldı?

Bir diğer soru da şu: Oldukça güçlü bu epizotu bizim şairlerimiz neden hikayelerine almadılar? Fuzulî gibi fıtratı hasrete, üslubu da bu duyguyu ifadeye müsait olan büyük bir şair neden bu epizotu almadı?

Ben sordum, inşallah birileri himmet eder de benim de benim gibi merak edenlerin merakları da zail olur.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Seyahat etmek için çok paraya ihtiyaç yok

Bir seyahete nasıl hazırlanılır?
Bir seyahatte en çok nelere dikkat edilir?
Saraybosna’da en etkileyici şey
Mostar, Travnik, Srebrenitsa ne anlam ifade eder?
Fas’ta en etkileyici şey
Mısır’da görülesi yerler
Özbekistan’da görülesi yerler
Tunus’ta görülesi yerler
Suriye’de görülesi yerler
Tanzanya’da görülesi yerler
Karadağ’da görülesi yerler
Makedonya’da görülesi yerler

Orhan Camileri ve Özellikleri

Neden Orhan Camileri? Osman veya Beyazıt, Murat vs değil?
Orhan camilerini nerelerde görüyoruz?
Bu camilerin kaç aded olduğunu konusunda elimizde bilgi var mı? Kaçı günümüze ulaştı?
Orhan camilerinin müşterek özelliği nedir?
Orhan dönemine mahsus başka nelerden bahsedilebilir?
Bu camileri yapan ustalar Türk müydü?
Bu camiler daha sonra yapılacak Süleymaniye cami formuna giden cami mimarisi içindeki etkisi oldu mu?
Orhan camileri arasında kiliseden çevrilen var mıydı?
Çandı adı verilen sistem nedir?
Orhan camilerinin resterasyonu konusunda problemler yaşandı mı?
Orhan cami ile Cuma cami arasındaki ilişki verir?
Orhan camilerinin büyüklükleri arasında ciddi fark var mı?
Yıkılıp yeniden yapılanlar var mı?
Bugün köy camileri mimarisi için örnek olabilir mi?
Orhan camilerinin Cuma namazı kılınması dışında bir işlevi daha var mıydı?

ismailgulec.net