Bursevî ve Rûhü’l-Mesnevî’si

[“Bursevî ve Rûhü’l-Mesnevî’si”, Kültür Üç Aylık Kültür Sanat Araştırma Dergisi, 5 (2006, Kış), s. 113–118.]

Bursevî ve Rûhü’l-Mesnevî’si

İsmail GÜLEÇ

Mesnevî, yazıldığı tarihten itibaren birçok kereler Türkçe’ye tercüme edilmiş ve tamamı veya bir kısmı muhtelif defalar şerh edilmiştir. Bu faaliyetler, yazıldığı tarihten günümüze kadar devam etmiştir ve devam edecek gibi de görünmektedir.

Mesnevî’yi kısmen şerh edenlerden biri de İsmail Hakkı Bursevî’dir (1652–1725). Tam adı, Şeyh İsmail Hakkı Bursevî el-Aydosî el-Üsküdarî el-Celvetî olan bu muhterem zât devrinin önde gelen simâlarındandır.

Bursevî nasıl bir şahsiyetti?

Bursevî çok eser yazmasıyla tanınan bir âlim ve mutasavvıftır. Bu kadar çok eser yazmasının sebepleri arasında ömrünün uzun olması (yetmiş altı) ve almış olduğu dinî ve tasavvufî derslerin yanında çok gezmesi sayılabilir. O, Balkanları, Anadolu’yu, Kıbrıs’ı, Mısır’ı, Şam’ı ve Hicaz bölgesini gezmiş ve bu yerlerin bir kısmında da uzun müddet kalmıştır.

Bursevî milletine ve diline düşkün birisidir. Hatta divanında mektep çocukları için yazdığı milli bir ilâhisi bile yer alır. İlâhi gibi milletler üstü bir şiir türünde bile milli bir eser meydana getirmek onun milletine olan düşkünlüğünü gösteren güzel bir örnektir. Mehmet Ali Aynî, bunu daha da ileri götürerek onun bir Türk milliyetçisi olduğunu söyler. Yaşadığı devirde Arapça’nın çok yaygın bir yazı dili olmasına karşın eserlerinin çoğunun Türkçe olmasını da delil gösterir. Bununla birlikte bu hususu modern zamanın milliyetçilik kavramı ile açıklamaya çalışmak yersizdir. Çünkü o dönemde bu tip akımlar henüz ortaya çıkmamıştı. Eserlerini Türkçe yazmasının sebebini ise halkın Arapça yazılanları okuyamamasıdır. Daha çok müritlerine nasihat vermek ve mensubu bulunduğu Celevetiyye’nin prensiplerini anlatmak için kaleme aldığı eserleri Türkçe yazması doğal karşılanmalıdır. Çünkü onun amacı insanları uyarmaktır. Bunun için de insanlarla anladıkları şekilde konuşmak gerekir.

Bursevî müretteb bir divanın yanı sıra eserlerine serpiştirilmiş binlerce şiiri olan bir şairdir. Kendisi, manzûmelerinin sayısının on binden fazla olduğunu belirtmektedir. Muhteva bakımından oldukça önemli olan bu manzumeler şiiriyet bakımından o kadar önemli bulunmaz. Vezin, kafiye ve sanat yönünden değerlendirildiğinde çok başarılı bir şair olduğu söylenemez. O, görüşlerini şiirle açıklamaya çalışan ve yayan birisidir. Mutasavvıf bir şair olmasına rağmen Yunus Emre ve Niyazi Mısrî’nin şiirlerinde görülen coşku onda görülmez. O şiirlerini her zaman bilinçli ve didaktik tarzda yazar.

Bursevî hayatı boyunca resmi bir görev almamıştır. Bunun sebebi de şeyhinin kendisine göstermiş olduğu bir işarettir. İsmail Hakkı, Üsküp’te iken halkın şeyhinden fetva istemeleri üzere şeyhinin “Şeyhler müftü olamaz.” şeklinde cevabı, tahsili yeterli olduğu halde elli sene boyunca hiçbir resmi hizmeti kabul etmemiştir. Bununla beraber devlet ricalinden uzak durmamıştır. Müritleri arasında sadrazam kethüdası Osman Ağa, hasbahçeler müfettişi Hüseyin ağa gibi saraylı bürokratlar da bulunmaktadır.

Bursevî, şeyhi Osman Efendinin çok sevdiği ve güvendiği bir mürididir. Bu güveni sonucunda ona yirmi iki yaşında halifelik vermiş ve tarikatı yaymak için Üsküp’e göndermiştir. Şeyhi Osman Fazlı, Sadreddin Konevî’nin Fatiha tefsirini şerh ettiği zaman Bursevî’ye mübarek bir Cuma günü mübarek vakitte eserini vererek “Al şunu, otuz altı yıllık mahsulümdür. Allah Teala sana dahi ziyadesin ihsan eyleye.” diyerek dua etmiştir. Ayrıca onun kabiliyetini sık sık övmüştür. “Hakk celle ve celâl hazretleri bana bir halife ihsan buyurdu ki onu Hazret-i Pir Aziz Mahmut Hüdâyî’ye bile ihsan buyurmadı.” diyerek gözündeki değerini belirtmiştir.

Bursevî’nin ömrü yolculuk, sıkıntı ve hastalık içinde geçmiştir. Gittiği yerlerdeki yöneticilerle çatışmış ve çoğu zaman hicret etmek zorunda kalmıştır. Bu yolculuklar onu zayıf düşürmüş kan aldırmak zorunda bile kalmıştır.

Bursevî, Aziz Mahmut Hüdâyî’nin şeyhi Üftâde’nin derslerinde tutulan notları tercüme ettiği gibi şeyhi Osman Fazlı’nin dersleri ve vaazları esnasında not tutup daha sonra bunları Arapça’ya tercüme etmiştir. Bu tercümelerin bir kısmı da Tamamu’l-Feyz isimli eserinde yer almaktadır.

Bursevî, celâlli bir yapıya sahiptir. Hayatı mücadele ile geçmiştir. O görev aldığı bütün kasabalarda zülf-i yare dokunmaktan çekinmemiş ve bu uğurda bir sürü kovuşturma geçirmiştir. Fakat o bunların hiç birisinden yılmamış ve inançlarından taviz vermemiştir. Bu uğurda çektiği sıkıntıları kendisi için bir lütuf olarak görmüş ve doğal karşılamıştır. Çünkü nebiler çok sıkıntı çekmişlerdir. Onların varislerinin de sıkıntı çekmesi normaldir.

İsmail Hakkı, yaşadığı toplumun sorunlarından uzak durmayan bir mutasavvıftır. Zaman zaman onun idarecilerin kötü uygulamalarını eleştirmesi kendisi hakkında sıkıntılar doğurmuştur. Buna rağmen o gördüğü aksaklıkları dile getirmekten çekinmemiştir. Üsküdar’da kaldığı yıllarda, Lâle Devri’nin en hareketli zamanında, bu gösterişli ve müsrif yaşantı hakkında, açıkça olmasa da yine olaylar hakkındaki fikirlerini söylemeden durmaz. “Ey dünya düşkünleri, bir gün gözünüze toprak dolar ve onunla doyar derman bulursunuz. Yeter imar ettiğiniz bu bedeni ki harap olacaktır. Yeter gözünüze aldığınız bu dünya ki arda kalacaktır. Ömrünüzü israf ettiğinizden maada malınıza dahi israf edersiniz. Hanelerinizi koyup sefihler ile teferrüclere ve sohbetlere gidersiniz.” diyerek devrin yaşantısını eleştirmektedir. Gençlik yıllarında Rumeli’de yaptığı eleştirilere göre oldukça hafif kalan bu sözleri bu şekilde söylemesinin birkaç sebebi olabilir. Yaşının yetmişe gelmesi ve kemale ermesi, sorumluluğunun artması ve sözleri yüzünden tarikatının cezalandırılmasını istememesi, şeyhinin öğütleri ve devrin hâkimi Damat İbrahim Paşa’yla arasının iyi olması ve onu incitmek istememesi gibi nedenler sıralanabilir.

Bursevî şeyhinin sevdiği ve takdir ettiği bir mürit ve halifedir. Girdiği yolun hakkını verdiği için olsa gerek şeyhi tarafından “Allah Taala seni pir hazretlerinin sırrına mazhar eylemiştir” müjdesine mazhar olmuştur.

Bursevî’nin hayatında mühim bir yer tutan bir diğer husus da, kendisinden önceki başta Hz. Muhammet (s.a.v.) olmak üzere din ve tasavvuf büyükleriyle mana âleminde yaptığı görüşmelerdir. Şeyhinin yirmi iki yaşındayken ilâhi bir işaretle yaptığı imtihandan sonra ettiği duadan ve nefesten sonra nutku ve keşfi açılan Bursevî; Muhiddin ibn Arabî, Abdülkadir Geylânî, İbrahim b. Ethem, Şeyh Üftâde, Aziz Mahmut Hüdâyî hazerâtıyla mânâ âleminde görüşmüş ve onlardan feyz almıştır. Bursevî’nin mânâda görüştüğü kimselerin arasında kimi peygamberler de vardır. İlk gördüğü peygamber Hz. Adem’dir. Daha sonra da Peygamber Efendimiz ile görüşmüştür. Mana âleminde görüştüğü kimselerden biri de Hızır’dır. Hızır’ın yardımı ve Allah’ın izniyle birçok beladan kurtulmuş ve nice menzilleri aşmıştır. Muhammediye’yi şerh ederken de eserin müellifi Yazıcıoğlu’nu rüyasında iki kez görmüş ve isteği doğrultusunda eserindeki anlaşılmaz kelimeleri açıklamıştır.

Bursevî musiki-şinâstır da. “Zamanımızın musîki-şinâsları gibi bî-perde değilim.” diyen Bursevî, Aziz Mahmut Hüdâyî’nin birçok ilâhisini bestelemiştir. Şeyhini ziyaret için gittiği Magosa’da şeyhiniz arzusuyla Hüdâyî’nin bir ilahisini sabâ makamında okuması onun musîki bilgisi hakkındaki yaygın kanaati pekiştiren bir olaydır. Günümüze kadar gelen Hüdâyî’ye ait ilâhilerin çoğunun bestesi de İsmail Hakkı’ya aittir. Ayrıca onun ilâhileri muhtelif devirlerde kimi bestekârlar tarafından bestelenmiştir. Yaşadığı devirde mutaassıp âlimlerin musikiye olan düşmanlıklarına karşı kimi eserlerinde İsmail Hakkı musikiyi savunur.

İsmail Hakkı, kendisini hem dünya hem de tasavvuf ilimlerinde yetiştiren hocası Osman Fazlı’nın etkisi altında çok kalmıştır. Bu etkilenme, iki şeyhin hayatları arasında benzerlik oluşturacak kadar çok olmuştur. İsmail Hakkı, şeyhi gibi zaman zaman çok sıkıntı çekmiş, kendisi şeyhinin has talabesi olduğu gibi şeyhi de şeyhinin has talabesi olmuştur. Her ikisi de hat öğrenmiş ve bir müddet geçimlerini sağlamak için hattatlık yapmıştır. Yine İsmail Hakkı şeyhi gibi devrinde cerayan eden olaylara kayıtsız kalmamış, yanlış yapan yöneticileri hiç çekinmeden eleştirmiştir. Bu sebepten dolayı da şeyhi gibi sürgüne gönderilmiş zaman zaman da kovuşturulmuştur. İsmail Hakkı yine şeyhi gibi padişah ve ileri gelen yöneticilerle ülfet etmiş onlara danışmanlık yapmıştır. Osman Fazlı hiç bir resmi göreve talip olmadığı hatta kendisine yöneltilen görevleri kabul etmediği gibi talebesi İsmail Hakkı’ya da resmi bir görevi kabul etmemesi hususunda tembihte bulunmuştur. İsmail Hakkı şeyhinin bu tembihini hayatının sonuna kadar aklından çıkarmamış ve resmi hiçbir görevi kabul etmemiştir. Hayatını, şeyhi gibi, vaaz, irşad ve eser yazıp talebe yetiştirmekle geçirmiştir. İkisi de ilk medrese tahsillerini Edirne’de yapmışlardır. İkisi arasındaki bir başka benzer nokta Rumeli kökenli oluşlarıdır. Osman Fazlı talebesinin doğduğu yerde, İsmail Hakkı da hocasının doğduğu yerde irşat vazifesini yerine getirmiştir. İkisi arasında bir başka benzerlik seferlere katılmaları, yani gazi oluşlarıdır. Ayrıca ikisi de iki defa hacca gitmiştir. Bunun yanında hemen hemen her ikisi Osmanlı topraklarında gezilmedik yer bırakmayacak kadar dolaşmışlardır.

Aralarındaki bütün bu benzerliklerin yanında farklı noktalar da vardır. Bunların kanaatimizce en önemlisi İsmail Hakkı’nın kendisinden sonra hocasınınki gibi talebe bırakmayışıdır. Hocası ve şeyhi kadar çok evlenmemesi ve üst düzeyde bürokratlarla ilişkisinin hocası kadar sık ve çok olmayışı, şeyhine nisbetle daha çok eser yazması ve seyahat etmesi hocasıyla arasındaki diğer farklardır.

Rûhü’l-Mesnevî

İsmail Hakkı, Mevlana Celâleddin Rumî’nin (ö. 1273) Mesnevî’sine yaptığı şerhin adına verdiği isim Rûhu’l-Mesnevî’dir. Rûhu’l-Mesnevî’de, İsmail Hakkı Bursevî, Mesnevî’nin ilk yedi yüz kırk sekiz beytinin şerhini, iki buçuk senelik bir gayretin sonucunda, 13 Temmuz 1704’te Bursa’da tamamlamıştır. Birinci ciltte 1–328, ikinci ciltte 329–747. beyitler yer almaktadır.

Rûhu’l-Mesnevî, Mesnevî’nin ilk 748 beytinin şerhi olmasına karşın oldukça geniş açıklamalarıyla kendinden sonra gelen araştırmacıların sıkça başvurdukları bir eserdir. İsmail Hakkı Bursevî’nin bu eseri, Türk dilinin XVIII. yüzyıldaki durumu hakkında bilgi vermesinin yanısıra, o dönemde yapılan bir çalışmanın özelliklerini göstermesi bakımından da ayrıca önemlidir.

İsmail Hakkı bu eseriyle, Türk edebiyatında Mesnevî şârihleri arasında kendine önemli bir yer edinmiştir. İsmail Hakkı’nın eserleri arasında, şerhler önemli bir yer tutmaktadır. Döneminin en önemli şarihlerinden biri olan İsmail Hakkı, Mesnevî’nin oldukça az bir kısmını şerh etmesinin nedenini, Mesnevî’de anlatılmak istendiğini düşündüğü kimi tasavvufi gerçeklere işaret etmenin yanı sıra kanaatimizce bir iddiayı taşımaktadır.

Bursevî Ruhü’l-Mesnevî’yi niye şerh etti?

İsmail Hakkı Bursevî, Mesnevî’yi niçin şerh ettiğini, eserine yazmış olduğu önsözde şöyle açıklamaktadır: Arkadaşlarından biri kendisinden Mesnevî’nin daha iyi anlaşılması için bir şerh yazmasını ister. Bunun üzerine Mesnevi’nin ilk cildinden rastgele bir beyti açar ve okur. Gece rüyasında kendisine büyük bir cilt verilir. Bu cilt arkadaşının kendisinden açıklamasını istediği kitaptır. Bunun üzerine Bursevî arkadaşının isteği ve gördüğü rüya üzerine Mesnevî’nin birinci cildini şerhe başlar.

Kime tepki göstermişti?

Bununla birlikte Bursevî’nin girişte kullandığı ifadelerden eserini tepki olarak yazdığı anlaşılmaktadır. O, şerhine yazdığı Arapça girişte, Mevlevî de olsa, Mesnevî’yi aklı kuvvetli olanlar ile çok görüş nakledenlerin iyi şerh edemeyeceğini belirtmektedir. Ona göre, olgunluk, maksada ulaşmaktadır. Şerh edeyim derken Mesnevî’yi bozanların olabileceğini dolayısıyla bu işin zor olduğunu söyler. Ona göre Mesnevî’yi şerh etmek için yukarında zikredilenlerin yanında, Allah’tan gelen ilhamlara, ledünnî ilimlere ve taklitle elde edilemeyen zevkî ilimlere sahip olunması gerekir.

Bu ifadelerinden Bursevî’nin birilerini tenkit ettiğini çıkartabiliriz. Sözlerine hamdele ve salveleden sonra hemen olumsuzlayarak başlaması, özellikle “Mevlevî de olsa” ibaresi, akılla çok açıklamanın yetmeyeceğini söylemesi, bizde, anlamın karşıtından yola çıkarak birilerinin, özellikle Mevlevî olan birisinin, şerhi akli yorumlar ve alıntılarla dolu olan bir eserini tenkit ettiği hissini uyandırmaktadır. Kendisinden önce yapılan şerhlere baktığımızda, hem mufassal olup hem de şârihi Mevlevî olan tek kişi Ankaravî’dir. Eserinde Ankaravî’den olumlu veya olumsuz hiç bahsetmemesi bizi böyle düşünmeye yönelten bir başka nedendir. Bununla beraber bu görüşün doğruluğunun daha sağlam delillerle kanıtlanmaya ihtiyacı vardır.

Bir başka yerde ise, bu eserini izn-i İlahî ile kâmil şeyhler gibi, ömrünün sonunda talebelere faydalı olmak ve hakikatleri göstermek için yazdığını ifade etmektedir. Onun kendi şerhinden “Füsûsu’l-Hikem-i sânî” olarak bahsetmesi, mutasavvıfların büyük bir kısmının temel kitâbı olan Füsûs’a benzetmesi eserine değer verdiğini ve okunmasını istediğini göstermektedir. Zaten Mesnevî için de “Farsça yazılmış Füsûs” denmiyor mu?

Bursevî, içinden geldiği geleneğe uygun olarak eserine bir rüya ile başlamış ve bu rüyanın neticesinde ilk otuz beş beyti şerh etmiştir. Mesnevi’deki ilk hikaye bu beyitten sonra başlamaktadır. Eserin geri kalanını şerh etmeyi düşünmemektedir. İlk otuz beş beytin şerhini tamamladığında bir başka rüya daha görür.

Bu rüyasından sonra Bursevî, şerhi bitirip defteri kalemi kaldıracakken yine rüyasında mükerrem bir şahıs görünüp eline bir yüzük koyar ve “Al şu hatemi Mevlana’nın kendi hatemidir, size gönderdi.” der ve “Bu hatem yere vaz olunmaz.” diye ilave eyler. Bunun üzerine Bursevî, bir altın terazisinin bir kefesine yüzüğü ve diğer kefesine de bir nesne koyup tartar. Uyandıktan sonra rüyasını şu şekilde tabir eder: Yüzükten murat Mevlânâ’nın kalbidir. Yüzüğün üzerindeki nakışlar gayb âleminden evvel kalpte nakışlanmış olan mana ve hakikat resimleridir. Onun bir eseri Mesnevî’dir. Ve o bu eseri işaret ederek sonuna kadar şerh etmesini istemiştir. Rüyasındaki bu nefes-i nefîs-i Mevlânâ’ya ve zikr olunan manaya binâen şerhin kalanına başlamak için taze kuvvet bulmuş ve başlamıştır.

651. beyti şerh ettiği sırada bile hâlâ kitâbın ne zaman biteceğini bilmemektedir (II/443). 747. beyti şerh ettikten sonra kendisine eserinin beğenildiğini ve bu bölümle bitirmesi mana aleminde işaret edilir. Bursevî, tamamını bu şekilde şerh ettiği takdirde yüzlerce cilt olacağını ancak mevcut ciltlerde hepsinin olduğunu belirterek ve “Arif olan bir işaretten anlar ve az çoğa delalet eder.” diyerek şerhi sona erdirmiştir.

Mesnevî ve kendi şerhi hakkında ne düşünüyordu?

Bursevî, şerhini çok beğenmektedir. Ondan, Hakk’ın sırlarını açıklayan, marifete susamışları kandıran, ariflerin meclislerini aydınlatan bir kandil olarak bahsetmektedir. Bu eserini yazarken göz nuru ve ciğer kanı döktüğünü, yazıların göz bebeği ve başlıkların kanı olduğunu söylemektedir. Bu satırlarıyla dava ehliyle cenk etmektedir. Eseri, gönül ehline süs olması için boyunlarına taktıkları gerdanlıktır. Feyzinin katresi yedi deryayı ısıtacak kadardır ve gönül yıldızı gökyüzünün bilinmeyen âlemleridir. Herkes bu sırlara vakıf olamaz. Bunun için gönülde özge hazineler gerekir.

Bursevî, Mevlana’yı ve Mesnevî’yi beğendiğini her fırsatta belirtmektedir. Ona göre, Mesnevî’nin beyitlerinin her biri manalar dünyası ve Rabb’in ilham iklimidir. Bursevî’ye göre aslında şerhe gerek yoktur. Çünkü Mevlana her şeyi çok güzel ve açık bir şekilde yazmıştır. O bu eseri yeni başlayanlar için açıklamak gerektiğini düşündüğü için kaleme almıştır.

Kitâbın sonundaki manzumede ise, Mesnevî’den “seba’l-mesâninin nüktesi”, “marifet ile dolu” ve “gönül erbabı için büyük bir kitap” olarak bahsetmektedir.

Bursevî, Rûhü’l-Mesnevî’yi hazırlarken hangi kaynakları kullandı?

İsmail Hakkı Bursevî, diğer şerhlerinde olduğu gibi, Mesnevî’yi şerh ederken çeşitli kaynaklardan yararlanmıştır. Yararlandığı kaynaklar arasında, başta Kur’an ve hadis olmak üzere, İncil, temel din kitapları, divanlar, tarih kitapları ve sözlükler gelmektedir. Konularına göre bir ayırım yaptığımızda en çok divanlardan (84) yararlandığını görürüz. Bunu sırasıyla sözlükler (22), muhtelif edebi eserler (20), tefsirler (17), ve tasavvufi eserler (15), akait-kelam (11), coğrafya ve tarih (7), fıkıh (5), felsefe mantık (5), dilbilgisi (5), hadis (3), biyografi ve bibliyografi(2), Kuran ilimleri (2), adab (1), hesap (1), astronomi (1) ahlak-ilmihal (1) kitaplarından yararlanmıştır.

Bursevî, özellikle anlattığı konuyu iyi bir şekilde ifade edebilmek için Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerden yararlanmıştır. Daha sonraki bölümlerde görülebileceği gibi şiirlerinden örnek verdiği şairlerin sayısı azımsanamayacak kadar çoktur.

Tasavvufi şerhlerde görülen ayet ve hadisler Bursevî’de oldukça fazla yer almaktadır. İlgili bölümlerde de görüleceği üzre bu durum onun Kuran ve hadis sahalarında da eser veren bir din âlimi oluşundandır.

Yararlandığı kaynaklardan en ilgincini sözlükler oluşturmaktadır. Bu tür eserlerde görülmeyecek kadar çok sözlükten yararlandığını görüyoruz. Sözlükler bahsinde ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğimiz bu kaynakları daha çok, beytin anlamını vermeden önceki bölümde verdiği kelime açıklamalarında görmekteyiz.

Beytin tercümesinden sonra verilen açıklamalar bölümünde daha çok temel din kitaplarının yanında tarih, siyer ve biyografik eserlerden yararlandığını görmekteyiz. Dikkati çeken bir husus kendinden önce yazılmış Mesnevî şerhlerinden pek yararlanmayışıdır.

Bursevî bu eserini telif ederken birçok sözlük ve kaynak eserden yararlanmıştır. Yararlandığı kaynakları belirtmesi onu diğer şerhlerden farklı kılan bir özelliktir. Onun yararlandığı kaynakları, sözlükler ve temel eserler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Özellikle kelime anlamlarını verdiği ilk bölümlerde sözlükleri kullandığı, açıklamalar bölümünde ise temel kaynak eserlerden yararlandığı görülmektedir.

Bursevî’nin kullandığı kaynakları belirtmesi, bize devrinde itibar edilen kitapların listesini vermesi bakımından da ayrıca önemlidir. Dönemindeki sözlük sayısı dikkat çeken bir diğer husustur. Bursevî’nin bu kadar çok kaynak kullanması ona ilmi bir çalışma hüviyeti de kazandırmaktadır.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Şerh Usûlü

İsmail Hakkı Bursevî’nin, Rûhu’l-Mesnevî’de klasik şerh metodunu kullandığını söyleyebiliriz. Metni verdikten sonra metin içinde geçen kelimelerin sözlük anlamlarını bir örnekle açıklamaktadır. Örnek her zaman olmayıp, Bursevî’nin gerekli gördüğü durumlarda yer almaktadır. Kelimelerin açıklanmasını beytin tercümesi takip etmektedir. Bu tercümeler bazen kısa olduğu gibi bazen de daha geniş bir tercüme olmaktadır. Tercümeden sonra, beyitte kastedilen konu örneklerle açıklanmaktadır. Kur’an ve hadis açıklamalarda en sık başvurulan iki kaynaktır. Açıklamaları, Bursevî’nin konu ile ilgili ya bir şeyin istendiği veya istenmediği bir dua takip eder. Bu duadan sonra çoğu kere Bursevî’nin, anlattıklarını özetleyen bir manzumesi gelmektedir.

Bursevî bu eserinde sadece Mesnevî’yi şerh etmekle kalmamış, onun üzerinden kendi düşüncelerini de açıklama imkânı bulmuştur. Eser bu bakımdan da ayrıca önemlidir.

Rûhu’l-Mesnevî’nin başka bir özelliği var mıdır?

Rûhu’l-Mesnevî’nin bize göre önemli taraflarından biri devri hakkında bilgi vermesidir. Bunun yanında devrindeki tarihi bilgilerin değerlendirilmesi ve verdiği kimi bilgiler bizim için değerlidir. Yine, açıklamalarında Bursevî’nin gördüklerini ve yaşadıklarını anlatması bize devrinin sosyal ve kültürel hayatı hakkında bilgi vermesi bakımından da ayrıca bir öneme haizdir. Kimi insanların Hz. Muhammed’in mezarını tavaf ettiklerini, deniz yoluyla hacca gidildiğini ve giderken İskenderiye’ye uğranıldığını yapılan inşaatların denetlendiği ve herkesin istediği gibi eski binaları yıkamadığını ve Mısır’da Ezher Camiinde ve diğer Arap beldelerinde cemaatin her birisinin Şafiiler gibi farz namazlarda imamla birlikte Kuran okuduğunu söylemesi bizde devri hakkında kanaat oluşturması bakımından önemlidir. Bu yönüyle de kaynak eserdir.

Sonuç

Ruhu’l-Mesnevî şerhler arasında önemli bir yere sahiptir. Onun önemi hem kendisinden hem de şarihinden kaynaklanmaktadır. Latin harflerine aktarılarak günümüz okuyucusuna sunulan eser maalesef ortalama okur tarafından anlaşılamamaktadır. Bunun iki sebebi vardır. Birisi metinde geçen kelimelerin anlamlarının bilinmemesidir. Diğeri de kavramların ve metinde geçen özel isimlerin bilinmiyor ve tanınmıyor oluşudur.

Bu 1200 sayfalık hacmli eseri sadeleştirerek ve bazı kavramları da kısaca açıklayarak meraklı okuyucularımızın istifadelerine sunmayı arzu ediyorum. Mevla’dan niyazımız bu arzumuzu gerçekleştirmemize müsaade etmesidir.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Bir hadis alimi nasıl yetişiyordu?

İslam Dünyasında İlim Tahsili
08:15 "Ravi" Kitabının Yazılış Serüveni
19:00 Basra, Kufe, Yemen Hadis İlmi İçin Önemli Merkezler mi?
38:00 Hadis Ravisinde Aranan Şartlar Nelerdir?
41:00 Hadis Ravilerinin Yolculukları Nasıl Gerçekleştirildi?
44:00 Türk ve İslam Dünyasında Kervansaraylar
50:00 Hicri İkinci Asırda Hadis Dersleri Nerede ve Nasıl Veriliyordu?
54:00 Hadis Halkaları Nedir?
01:01:00 İslam Dünyasında İlim Tahsili
01:07:00 Hicri İkinci Yüzyılda Hadis İlminde Müzakere
01:22:00 Bir Hadisin Sahih Olup Olmadığı Nasıl Anlaşılırdı?

Bayramdaki hikmet ve irfan

02:10 Dini Bayramları Nasıl Kutlarız?

03:45 Ramazan Bayramına Neden "Id-ı Fitr" Denilmiştir?

04:40 Bayramlar Bizim İçin Neden Önemlidir?

10:15 Arifler Bayrama Nasıl Hazırlanır?

29:45 Gökten İnen Sofra (Maide Suresi) Kur'an'da Nasıl Geçiyor?

53:20 Çocuklar İçin Bayram Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net