Tarihçiler için edebiyat bilgisi gerekli midir?

Açıklamalarıma büyük tarihçiler ile başlayayim. Büyüklüğü herkes tarafından kabul edilen tarihçilere baktığımda bir şekilde edebiyat ile sıkı ilişkisi olduğunu görüyorum. Yazdıklarında edebi metinlerden yararlanmaları yanı sıra yazdıkları metinlerin de güzel ve akıcı olması onların ciddi bir edebiyat bilgisine sahip olduklarını gösteriyor. En az tarihçiler kadar edebiyatçılar için de çok önemli bir isim olan Fuat Köprülü mesela. Edebi metinleri kullanmasaydı acaba Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ı yazabilir miydi?

Yakınlarda kaybettiğimiz tarihçilerin kutbu Halil İnalcık’a ne demeli? Aruzla şiir yazacak kadar edebiyata vakıf olan Hoca’nın şu şiirini dikkatlerinize sunuyorum.

Kıt’a

Ehl-i fânîden nice cân nice cânânlar geçer
Bezm-i işretten acep mestâne yârânlar geçer
Bir nefestir cânımız yâr leblerinde ber-karâr
Hey bu fânûs-ı safâ bir gün söner, cânlâr geçer

Halil İnalcık’ın Şair ve Patron ve Hasbağçede Ayş u Tarâb isimli eserleri her Osmanlı edebiyatı çalışan için mutlaka bilinmesi gereken eserlerden olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Özellikle ikincisi şiir söyleme geleneğinin oluşumu bakımından oldukça önemli.

Yaşayan tarihçilerin en büyüklerinden biri olan Ahmet Yaşar Ocak Hoca da edebi metinleri çalışmalarında sıkça kullananlardan. Onun kitaplarına baktığımızda başlıca kaynakların edebi metinler olduğunu görürüz. Onun yararlandığı kaynaklar arasında menakıbnameler, Saltukname, Hamzaname, Menakıb-ı Kutsiyye, Velayetname, Buyruk gibi  tasavvufi ve edebi metinler ilk sıralarda yer alıyor. Arı Kovanına Çomak Sokmak isimli kitapta hocamızın sadece iyi bir roman okuyucusu değil, aynı zamanda iyi bir sinema seyircisi olduğunu da öğreniyoruz.

Örnekleri çoğaltmak mümkün, ancak meramımı ifade etmek için yettiğini düşünüyorum. O zaman konu ile ilk cümlemizi kuralım: Edebi metinleri kullanmadan ve okumadan büyük tarihçi olunmaz.

Tarihçiler için edebiyat bilgisi iki açıdan çok önemli:

1.      Araştırmalarda yararlanmak

2.      Tarih yazıcılığı

Tarih yazıcılığı için önemini başka bir yazıda ele alacağım için bu yazıda ilk madde üzerinde duracağım. Edebiyat bilgisinden araştırmalarda yararlanmak için de iki nedenimiz var.

Klasik tarih kitaplarını okumak ve anlamak.

Çok basit bir örnekle başlayayim. Çok ötelere gitmeye gerek yok. Çok yakın bir geçmişte yazılmış ve hâlâ kullandığımız bir eser ve tarihçiler için önemli bir kaynak olan Mehmet Zeki Pakalın’ın Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü isimli eserinden orta düzeyde Osmanlı şiirini bilmeyenler yararlanabilir mi? Açıklamalarda yer alan binlerce beyti yer doldurmak için koymadığına göre eserden o beyitler anlaşılmadan tam olarak istifade etmek mümkün görünmüyor.

Batılılar şövalyeler hakkında daha fazla bilgi için edebi eserlere başvuruyorlar. Bizde de alp/gazi tipini çalışacaklar Battalnâme, Danişmendnâme, Hz. Ali hikayelerini okumadan ve anlamadan yazamazlar. Karahanlılar dönem saray görevlileri hakkında bilgi alacaksak Atebetü’l-Hakayık, 11. Asır Türkistan ve Horasan’da hayat ve Türk boyları çalışacaksak Divanu Lügati’t-Türk mutlaka başvuru kaynağımız olmalı. Bunlar bir arşiv vesikası kadar önemli.

Saray çalışanlar Hüsrev ü Şirin gibi özellikle şehzadelerin geçtiği aşk mesnevilerini okumalı. İstanbul meyhanelerini çalışıyorsanız klasik şiiri bilmeden tam olarak yazmanız mümkün değil. Kanuni ile oğlu Beyazıd arasındaki mücadeleyi birbirlerine yazdıkları şiirleri okumadan nasıl tam olarak yazabiliriz? Erdoğan Merçil’in, Türkiye Selçuklularında Meslekler isimli kitabında yararlanılan kaynakların başında Mesnevi geliyor. Garibname bilinmeden XIII. Asır Anadolusu anlaşılabilir mi? Menakıb-ı Kudsiyye bilinmeden Babailik hareketi tam manasıyla çözülebilir mi?

Ancak araştırıcı her okuduğuna inanmamalı, edebiyatı bilmeli, nerede mübalağa var, nerede şiir, nerede gerçek payı var, bunu farkedebilecek durumda olmalı. Ne demek istediğimi biraz açayım.

Çok tartışılan bir konudan bahsedeceğim. Fatih’in din değiştirdiğini  ve şarap içtiğini iddia edenler onun bir gazeline işaret ediyorlardı. Şu beyti okuyan birine göre içerdi:

Bahar oldu vü güller açıldı ey sâkî
Kadeh getür ki bu fasl eyler iktizâ-yı şarâb

Bu beyte göre şarap içtiğini düşünenler Fatih’in aşağıdaki beyte göre de sarhoş olup yol kenarına sızmış ve tüm parasını çaldırmış bir ayyaş olduğunu iddia edeceklerdir:

Gice yol üzre yatup mest nakdi aldurdun
Ne kaldı Avni elinde k’ola behâ-yı şerâb

Efendim, siz hiç yol kenarına sızıp kalan bir padişah olabileceğini düşünür müsünüz? Haklısınız, Fatih ne şarap içerdi, ne de sızıp yol kenarında kaldı.

Peki “Bırak riyakarlar mescidde ikiyüzlülük yapsınlar, sen meyhaneye gel. Çünkü burada ne riya var ne de mürayi” şeklinde nesre çevireceğimiz şu beyti kim söylemiştir sizce?

Mescidde riyâ-pîşeler itsün ko riyâyı
Meyhâneye gel kim ne riyâ vardur ne mürâyî

Bu beyti söyleyen de bir şeyhülislam: Şeyhülislam Yahya. Eğer siz şiiri ve geleneği bilmezseniz sadece beyitlere bakarak Fatih’i ayyaş, Şeyhülislam’ı insanları meyhaneye davet eden biri olarak açıklarsınız.

Edebiyat bilgisi, vezin ve nazım türleri bilgisi

Tarihçilerin yararlandığı kaynakların bir kısmının bizim kabaca süslü nesir dediğimiz ağdalı bir dille yazıldığını biliyoruz. Edebiyat bilmeden, vezin ve kafiye bilmeden bu tür metinlerin doğru bir şekilde okunmasının mümkün olduğunu söyleyebilir miyiz? Hatta o kadar zor olmayan Aşıkpaşazade’nin Tevarih’inin girişini vezin ve kafiye bilmeden okumak bile mümkün değildir.

Allahu Alim ü Hayy u Kadîr
Sânîü sanâyi hâzır u nâzır

İy yoklukdan iden bu varı izhâr
Birliğine hem itdüren ikrâr

İnsânı iden fakîr ü sultân
Hükmine viren delîl ü bürhân

....

Gördüm bu cihân gazâsını çok
Gelmez hisâba anılmazı yok

Devrümde olanı defter itdüm
Oğuz’dan olan Gök Alp’e iletdüm

Yazdum menâkıb-ı Âl-i Osman
Guzât-ı kâmil u hân u sultân

Didüm ki diyem neseb ü neslin
Kim anlayasın bu hanlar aslın

....

Tarihçilerin en sık kullandıkları ve ihtiyaç duydukları alan Ebced ve tarih düşürme bilgisi. Özellikle kitabeler ve mezar taşlarının anlaşılması için tarihlerin doğru tespit edilebilmesi için ebcet bilgisine ihtiyaç olduğunu söylemeyi zaid buluyorum.

Abdürrahim Abdi Paşa için söylenen Hitâb-ı elest terkibinin nâtık olduğu tarihte Kandiye muhâfızı iken irtihal etti. (Osmanlı Müellifleri’nden) cümlesinden 1103’ü çıkaramayan tarihçi çalışmasını nasıl sürdürebilir?

Özellikle mezar taşları tarihçiler için oldukça önemli kaynaklardan. Edebiyat bilgisi hem okumada, hem anlamada, hem yorumlama da hem de tarihlendirmede oldukça işimize yarayacaktır. Örnek olarak Kıbrıs’ta Ozanköy’de Kazaphane Camii girişinde yer alan ve hakkında pek fazla bir şey bilinmeyen Mesut Ağa’nın mezar taşını verelim.

Hüve’l-Bakî sene 1213/1799

 

Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün

 

Vefâsızdır bu mekkâre buna meyl etmez âkiller
Sakın aldanma zîrâ hîledir her yerde maksûdu

Bu kahpe dünya vefasız olduğu için akıllı kimseler gönül vermezler. Sakın sen de bu yalan dünyaya aldanma, çünkü onun her yerde yapmak istediği şey hiledir.

Gınâda misl-i Kârûn olsa da Âdem müfîd olmaz
Gelir bir gün ki terk eyler gene dünyâda mevcûdu

Zenginlikte Karun gibi olsa da insanoğlu ondan yararlanamaz. Çünkü bir an gelir ve her neyi var ise bu dünyada bırakır gider.

Cezîre ağniyâsından olan Mes’ûd Efendi’nin
Cihâne intişâr etmişken elhak şöhret-i cûdu

Ada’nın zenginlerinden olan Mesud Efendi’nin cömertliğinin şöhreti bütün dünyaya yayılmışken

Bu gün hâk-i siyâhı eylemişdir mesken ü me’vâ
Bu hâl âlemde bî-şek herkesin bi’l-cümle meşhûdu

Bugün kara toprağı kendisine mesken edinmiştir ve bu durum dünyada herkes tarafından görülmüştür.

Nice hayrât inşâsıyla kıldı kabrini tenvîr
Muvaffak oldu elbet def’e ol şeytân-ı merdûdu

Yaptığı hayırlarla kabrini nurlandırarak kovulmuş şeytanı kendisinden uzaklaştırmayı başardı.

Zuhûr etdi bu târih-i mücevher hâmeden Tevfîk
Hüdâ mes’ûd ide uhrâda firdevs içre Mes’ûd’u

Ey Tevfik, bu noktalı harflerden oluşan tarih kalemden döküldü. Allah ahrette Mesud kulunu Firdevs cennetinde mesut etsin.

Mücevher harflerin noktalı harfler olduğu bilinmeden ve ikinci mısradaki işaret anlaşılmadan çözülemeyecek bir tarih. Son mısradaki noktalı harflerin (2 hı (600x2), 2 ye (10x2) 1 fe (80) ve bir çim (3) toplamı 1303 etmekte ve ‘firdevs içre’de olan noktalı harfler (f (80) ye (10) ve çim (3) çıkarıldığında 1213 tarihi çıkmaktadır.

Çok ayrıntılı araştırmamakla birlikte Mesut Ağa hakkında elimizde fazlaca bilgi bulunmadığını söyleyebiliriz. Sadece hakkında anlatılan bir söylence var ve bu söylence mezar taşı ile uyumlu değil. Mezarı camide olduğuna göre bânisi olmalı gerekir diye düşünenler olmakla birlikte camiin daha eski tarihli olduğunu düşündüğümüzde belki tamir ettiren biri olabileceği gibi çevrede hayır hasenatıyla tanınan bir hayırsever olduğu da düşünülebilir. Mezar taşına ve şiire bakıldığında sevilen bir kadı veya müderris olabileceğini söyleyebiliriz.

Mezar taşından anladığımız kadarı ile 1799 yılında vefat eden Mesut Efendi mezar taşındaki kavuğa bakacak olursak mesleği küçük dereceli müderris, küçük ve orta kademeden kadı, müftü, imam veya vakıflarda çalışan biri ile derviş olmalıdır. 6 beyitlik şiir Tevfik adında bir şair tarafından kaleme alınmıştır.

Edebiyat bilgilerini kullanarak sadece mezar taşındaki şiire bakarak bu kadar bilgi üretebiliyoruz.

Bir başka örnek daha verelim.

Diyelim Şehzade Mustafa çalışıyorsunuz. Babası tarafından öldürüldüğünde halkın tepkisini kroniklerden ve resmi kaynaklardan öğrenmek mümkün olmadığına göre dönemin gazetecileri görevi de yapan şairlere müracaat edeceğiz. Mersiyeler sadece mersiye değildir. Mesela Taşlıcalı Yahya’nın meşhur mersiyesinde yer alan şu beyitten yola çıkarak padişahın da eleştirildiğini söyleyebilmek için beyitteki ince göndermeleri farketmek gerekir.

Getürdi arkasını yire Zâl-i devr ü zemân      
Vücûdına sitem-i Rüstem ile irdi ziyân

Arkasını yere getirmek, Şehzade’nin yere yatırılması, Zal’de iyham ile Mahmut Ağa’ya gönderme var. Rüstem’de de iyhâm var. Rüstem de hile oğlunu öldürmüştü. Sitem zulüm ve kasıt anlamında. Rüstem sitem ile bir araya geldiğinde öldürülmesinde zülüm ve kasıt var demek oluyor ve dolaylı yoldan Kanuni’nin oğlu Mustafa’yı bir hile öldürdüğünü, haksızlık yaptığını söylemiş oluyor. Bu durumda bu olayı yazan tarihçi çalışmasında gri kalan alanları yukarıdaki şiirlerden yola çıkarak yeninden kurgulayabilecektir.

XIII. asır siyasi ve toplumsal durum çalışıyoruz. O devirlerde gazeteler de yok. Devletin durumunu devletin başının yazmış olduğu şu şu mısralardan daha güzel ve açık ne ifade edebilir?

Yıkıluptur bu cihân sanma ki bizde düzele
Devleti, çarh-ı denî verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvâb-ı saâdette gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemân merhamet-i lem-yezele (III. Mustafa (s. 1757-1774)

Bu dünya yıkılıyor, bizde düzeleceğini sanma. Alçak felek, devleti bütün alçak kişilerin eline verdi. Şimdi mutluluk yolunda gidenler hep bayağı kişiler. İşimiz ise Tanrı'nın merhametine kaldı.

Tarihçiler için edebi kaynaklar

Yazının başında büyük tarihçilerin eserlerini yazarken edebi metinlerden yararlandıklarını veya edebi metin olmasa da ağdalı bir dille yazılı metinleri ancak edebiyat bilgisi ile tam olarak anlayabileceklerini söylemiş idik. Söz konusu eserleri iki başlık altında inceleyebiliriz.

1. Edebiyat bilgisi olmadan iyice anlaşılamayan eserler

ü  Kronikler

ü  Biyografi kitapları

ü  Şair devlet adamları, (padişahlar, sadrazamlar, vezirler, şeyhülislamlar ve diğer devletlüler) Şiirlerini okumadan Fatih’in Yavuz’un portresi yazılabilir mi? Şeyhülislam Yayha, Kemal Paşazade, Koca Ragıp Paşa ve daha bir çok isim.

2. Bir vesika olarak edebi metinlerden yararlanmak.

Gazavatnameler

Mersiyeler

Şehrengizler

Münşeat mecmuaları

Sefaretnameler

Surnameler

Fetihnameler

Hünername

Süleymanname

Hicviyye

Osmanlı tarih metinler üzerine yaptığı bir çalışmada Hayati Develi süslü nesir veya inşayı diğer metinlerden ayıran özellikleri, bir diğer deyişle edebi kılan unsurları şu şekilde sıralamaktadır (2010: 100-115):

1.    Alıntı unsurlar

2.    Seci kullanımı

3.    Mecaz kullanımı

4.    Gereksiz sıfatlandırmalar

5.    Sözdizimsel yapılar

Bu beş unsurun yer almasına göre de metinleri üçe ayırırız.

a. Sade nesir: Halk için yazılan kitaplar

Sade nesir halkın konuştuğu dili esas alan metinlere denilirken en büyük özelliği dilinin anlaşılır olması ve söz sanatlarının bulunmayışıdır. Kuran tefsirleri, hadis kitapları, menkıbevi İslam tarihleri, fütüvvetnâmeler, cenknâmeler, menâkıbnameler, halkın okuduğu tasavvufi eserler ile Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’si, Seydi Ali Reis’in Mir’atü’l-Memâlik, Peçevi ve Fındıklı’nın tarih kitapları, Koçi Bey Risalesi ve Giritli Ali Aziz’in Muhayyelât’ını bu başlık altında inceleyebiliriz. Bu eserlerin anlaşılması diğerlerine göre daha kolaydır.

b. Süslü nesir

Bedi nesir olarak da isimlendirilen süslü nesir ile metne Arapça-Farsça kelimelerin ve bu dillere ait özelliklerin kullanıldığı metinler kastedilmektedir.

Fatih döneminden itibaren görülmeye başlanır. Tevarih kitaplarıyla tezkireler bu başlık altında incelenmektedir. Tarih-i Ebu’l-Feth, İbn Kemal, Hoca Sadeddin, Raşit gibi tarihçilerin eserleri, Açık Çelebi, Salim, Safayî tezkireleri ile Veysi ile Nergisî örnek olarak verilen metinlerdir. Bu metinler edebiya bilgisi olmadan anlaşılamaz.

3. Orta nesir

Orta nesir ise en çok rağbet gören tür olup hüner gösterme gayretiyle lafız sanatlarının bolca kullanıldığı, sözün anlamın önüne geçtiği tür olarak değerlendirilmektedir. Alim ve sanatkarların çoğunun bu tarzı tercih ettiği söylenir. Alî, Selânikî, Nâimâ gibi müverrihlerin tarih eserleri, Lütfü Paşa’nın Asâfnâme’si, Katip Çelebi’nin Mizânü’l-Hakk’ı gibi eserler bu nesir altında sıralanır. Süslü nesir kadar olmasa da edebiyat bilgisi gerektirir.

Tartışmalı konularda edebiyattan yararlanmak. Yavuz’un küpe takma meselesi.

Madem Şehzade Mustafa’dan başladık, ondan devam edelim. Sururi’nin talebesi Şehzade Mustafa için yazdığı medhiyede geçen şu beyti örnek olarak verelim.

Description: hüsnütahallüs

Dürr-i nazmın bu Sürûrî'niñ şehâ al gûşuña
Gûşvâr olsa yiridür şâha dürr-i şâh-vâr

Ey padişah! Bu Sürûrî’nin nazım incilerini kulağına küpe yap. [Çünkü] şahlara kulaklarına büyük incili küpe takmaları yakışır.

Nazm dizmek, sıralamak demektir. Kelimeleri belli bir düzen içinde dizilip sıralandığı için şiire nazm denilmektedir. Sürûrî burada kendi şiirini iki bakımdan övmektedir. Birincisi sözlerinin inci gibi değerli olmasıdır. İkincisi de onları çok güzel bir şekilde bir araya getirmesidir. Sürûrî’nin sözleri padişahların akıllarından hiç çıkarmayacakları kadar değerlidir. Sözün kulağa alınması ve küpe yapılması dinlenmesi ve değer verilmesi anlamındadır. Zaten kendisi Şehzâde’nin hocasıdır. Hocaların sözleri kulağa küpe yapılır. Övgüye ikinci mısrada artan bir dozda devam edilmektedir. Padişahların kulaklarına takılan küpe sıradan insanların küpelerine benzemez. Onların incisi çok az bulunan iri inci tanelerinden olur. Şair böylece sözlerinin, şiirinin sıradan olmadığını, ancak iyi şairlerin söyleyebileceği türden güzel şiir olduğunu ifade etmiş olmaktadır.

Şairin şahların kulaklarına küpe takmalarının yakıştığını söylemesi akla kulağına küpe takan padişahları getirmektedir. Yavuz Sultan Selim ile ilgili böyle bir rivayet akla geldiğinde Şehzâde’nin tip ve karakter bakımından kendisine benzetildiği Yavuz gibi bir padişah olması şeklinde bir niyetin olduğunu da söyleyebiliriz. Bu durumda babası Kanuni’nin endişesi akla gelmektedir. Kanuni’nin, oğlu Mustafa’nın ordu ve halk arasında şöhretinin artması üzerine, babası II. Selim’in dedesi II. Beyazıt’a karşı çıkmasını hatırlaması ve bunun üzerine tip olarak da dedesine benzeyen Mustafa hakkındaki tezvirata inanmaya meyilli olması ölüm kararını kolaylaştıran faktörler arasında sayılabilir.

Yavuz Sultan Selim’in kulağına küpe takıp takmaması hala tartışılan bir konudur. Sürûrî’nin bu beytine bakacak olursak bir çok bakımdan dedesine benzetilen Şehzâde’nin küpe takmak bakımından da benzetilmiş olması Yavuz’un küpeli olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Sonuç olarak;

İyi bir tarih araştırmacısı olmak için çalışılan dönem ve dilin edebi eserlerini bilmek, onlardan bilgi çıkaracak kadar anlamak gerekir. Bunun için de edebiyat bilgisi öğretilmesi elzemdir. Alanım olduğu için Osmanlı tarihinden örnekler verdim. Bu örnekleri diğer edebiyatlara ve tarihlere de teşmil kılmak mümkündür.

Bu sonucu bir soruyla bitirelim. Bu soru aynı zamanda bir başka yazının da başlangıç cümlesi.

Tarihçilere edebiyat ne kadar ve nasıl öğretilmelidir?





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Bir hadis alimi nasıl yetişiyordu?

İslam Dünyasında İlim Tahsili
08:15 "Ravi" Kitabının Yazılış Serüveni
19:00 Basra, Kufe, Yemen Hadis İlmi İçin Önemli Merkezler mi?
38:00 Hadis Ravisinde Aranan Şartlar Nelerdir?
41:00 Hadis Ravilerinin Yolculukları Nasıl Gerçekleştirildi?
44:00 Türk ve İslam Dünyasında Kervansaraylar
50:00 Hicri İkinci Asırda Hadis Dersleri Nerede ve Nasıl Veriliyordu?
54:00 Hadis Halkaları Nedir?
01:01:00 İslam Dünyasında İlim Tahsili
01:07:00 Hicri İkinci Yüzyılda Hadis İlminde Müzakere
01:22:00 Bir Hadisin Sahih Olup Olmadığı Nasıl Anlaşılırdı?

Bayramdaki hikmet ve irfan

02:10 Dini Bayramları Nasıl Kutlarız?

03:45 Ramazan Bayramına Neden "Id-ı Fitr" Denilmiştir?

04:40 Bayramlar Bizim İçin Neden Önemlidir?

10:15 Arifler Bayrama Nasıl Hazırlanır?

29:45 Gökten İnen Sofra (Maide Suresi) Kur'an'da Nasıl Geçiyor?

53:20 Çocuklar İçin Bayram Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net