Şol yel esip geçmiş gibi

O Türkçenin dalgalanan bayrağıdır. Onun dili anamızın sütü gibidir. Anadolu’da bizi ve dilimizi var eden onun şiirleridir. Aradan kaç asır geçmesine rağmen, elli yıl önce basılan kitapların sadeleştirildiği günümüzde onun şiirlerini herkes anlar, herkes bilir.

O edebiyat denizimizi besleyen en büyük ırmaktır. Edebiyatımızın membaıdır. O kaynaktan içmeyen şairimiz neredeyse yoktur. Daha sağlığında onun şiirlerine söylenmeye başlamış nazireler. Onu taklit edenler de çıkmış, onun gibi şiir yazmaya çalışanlar da. Ama hiçbiri onun gibi söyleyememiş. Onun gibi söyleyemeseler de sırf ona benzemeye çalıştıkları için Yunus adında birçok şairimiz olmuş. Ama nasıl dünyaya aynı günün sabahında iki güneş doğmuyorsa edebiyat dünyamıza ondan başka güneş doğmuyor.

Şu beyit Yunus’un.

Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir, şol göz açıp yummuş gibi

Layıkıyla ancak yaşı kemale ermiş olanların anlayacağı bir söz söylemiş. Bu beyit üzerine neler anlatılır neler ama acaba gerek var mı? Bu kadar yalın, sade, açık, akıcı, gözü ve dili hiç yormadan okunan ve söylenen bir sözü açıklamaya çalışmak ne kadar beyhude bir gayret, ne kadar boş bir iş. O kadar özlü söylemiş ki hazret değil bir kelime bir harf bile ilave etmek veya çıkarmak mümkün değil. Sehl-i mümteni için bunun kadar güzel kaç beyit örnek olarak verilebilir ki.

Ben bu tür beyitleri şerh etmenin gereksiz olduğunu düşünürüm. İki nedenden. İlki çok açık ve anlaşılır olmasından. İkincisi de dinleyenin şiirden aldığı zevki ifsad etmemek için. Beyti okuyan hisseder. Onun için ne söylense ne anlatılsa boş ve gereksizdir. Hissetmeyene ise ne kadar anlatırsanız anlatın anlamayacaktır. Anladığını sanacaktır ama hissetmediği için asla beytin anlamı onun ruhunda, gönlünde bir yere oturmayacaktır. Bu yüzden de anlatılanlar laf ü güzaftan öte geçmeyecek, boş lakırdı olacaktır.

Bir başka büyük insan Aşık Paşa. Neredeyse aynı dönemde yaşamışlar, Yunus 1320, Aşık Paşa 1332’de göçmüş ebediyet yurduna. O da şiirleriyle insanları uyarmış, nasihat etmiş, güzellikleri göstermiş, iyiliği tavsiye etmiş. Garipname gibi abidevi bir eser kaleme alan Aşık Paşa bile Yunus’un şiirlerini beğenmiş ve ona öykünmüş.

Şu dörtlük de Aşık Paşa’nın dilinden Yunusculayın çıkan sözler:

Nâzenîn bu ömrümüz bir göz  yumup açmış gibi
Geldi geçti duymadık bir kuş konmuş gibi
Nice geçti bilmedik bu rüzgar önden sona
Öyle tut şimdi bize bir yel esip geçmiş gibi

Evet, her iki şiirde de ömrün çabucak geçmesinden bahsediliyor. Göz açıp yummak ve yel esmesi gibi olması ibarelerini olduğu gibi almış Aşık Paşa. İlave olarak bir kuş konması benzetmesi var. O da Yunus Emre’nin aynı şiirde yer alan şu mısraının farklı bir şekilde terennüm edilmesinden başka bir şey değil:

Bir gün ola çıka gide, kafesten kuş uçmuş gibi

Yunus Emre göğüs kafesinde saklı olan canı kuşa benzetirken Aşık Paşa bir kuşun konup kısa bir süre sonra tekrar havalanmasına benzetmiş hayatı. Kuş birinde can, diğerinde dünyada kısa bir süreliğine eğleşen bizler. Bir kuşun konup birkaç dakika dane toplaması ve birkaç damla yudumlaması ne kadarsa bizim de ömrümüz o kadar.

Ömür niye kısa gelir insana yaşlanınca? Daha çok yaşamak istediği için mi? Yaşamaya doyamadığı için mi? Yapmayı düşündüğü işleri bitiremediği için mi? Pişman olup hatalarını telafi için verilecek bir fırsat olarak gördüğünden dolayı mı? Hayatın bir film şeridi gibi kısa bir sürede göz önünden akıp geçtiği için mi? Neden kısa gelir, neden?

Bu sorulara cevap arayanlardan biri de Yunus’tan iki asır sonra dünyaya gelen Muhibbî mahlasıyla şiirler söyleyen Kanuni Sultan Süleyman. O da uzun sayılabilecek bir ömür sürmüş ve hissettiklerini yaşlılığında yazdığı şiirlerde dile getirmiş. Meşhur ‘Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi’ mısraıyla başlayan gazelinde aynı duyguyu  şöyle aktarmış:

Olsa kumlar sagışınca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şîşe-i çerh içre bir sâat gibi

Göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre biraz uzuyor ve saat oluyor Muhibbi’de. Ömür de bir kum saatine benzetilmiş. Günler, haftalar, aylar veya yıllar da o kum saatinden düşen kum taneleri. Bir kum saati içinde bulunan kum taneleri adedince yaşasan da o kumlar yukarı hazneden aşağıya dökülecek, o günler bitecek, süre dolacak ve ömür son bulacak. Son kum tanesi düşmeye yakın yüz yıllık ömrün sana bir saatmiş gibi gelecek.

Muhibbi de fena söylememiş ama Yunus’tan sonra biraz yavan kaçmıyor mu sizce de? Onun sözü üzerine söz söylemek kimin haddine. Söylense söylense ancak nazire söylenir. O da varsa bütün değerini Yunus’a benziyor olmaktan ve taklit etmekten alır vesselam.

 





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Bir hadis alimi nasıl yetişiyordu?

İslam Dünyasında İlim Tahsili
08:15 "Ravi" Kitabının Yazılış Serüveni
19:00 Basra, Kufe, Yemen Hadis İlmi İçin Önemli Merkezler mi?
38:00 Hadis Ravisinde Aranan Şartlar Nelerdir?
41:00 Hadis Ravilerinin Yolculukları Nasıl Gerçekleştirildi?
44:00 Türk ve İslam Dünyasında Kervansaraylar
50:00 Hicri İkinci Asırda Hadis Dersleri Nerede ve Nasıl Veriliyordu?
54:00 Hadis Halkaları Nedir?
01:01:00 İslam Dünyasında İlim Tahsili
01:07:00 Hicri İkinci Yüzyılda Hadis İlminde Müzakere
01:22:00 Bir Hadisin Sahih Olup Olmadığı Nasıl Anlaşılırdı?

Bayramdaki hikmet ve irfan

02:10 Dini Bayramları Nasıl Kutlarız?

03:45 Ramazan Bayramına Neden "Id-ı Fitr" Denilmiştir?

04:40 Bayramlar Bizim İçin Neden Önemlidir?

10:15 Arifler Bayrama Nasıl Hazırlanır?

29:45 Gökten İnen Sofra (Maide Suresi) Kur'an'da Nasıl Geçiyor?

53:20 Çocuklar İçin Bayram Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net