Taşlarla örülen şehir: Mağusa

Ata Atun tarafından tercüme edilip yayınlanan seyyahların sadece Mağusa’yı anlattıkları bölümlerin yer aldığı bir kitap var. Bu kitapta Mağusa’yı anlatan seyyahlar yıkılan evlerden ve kiliselerden o kadar çok bahsederler ki ister istemez dikkati çekiyor. Yıkımlar, Kıbrıs kralının Aslan Yürekli Richard’ın kız kardeşini rahatsız etmesi üzerine başlar. Cenevizliler ve Venediklilerle devam eder. Bir de üzerine depremler eklenince şehir bir harabeye dönüşür. Öyle ki sokaklar yıkılan binaların taşları ile dolu olduğu için geçilmez olur. İngilizler de şehri düzeltmek adına kendilerince temizlerken birçok küçük yapıyı ortadan kaldırırlar. Şehre hakim olup da yıkmayan tek millet Türklerdir. Sanki yıkılmak bu şehrin kaderinde var, bu sefer de depremler şehre büyük zarar verir. Şehrin bunca badireden sonra bu haliyle günümüze kadar gelmesi bile büyük bir şans olarak değerlendirilebilir.

Mağusa suriçinde yaşayan nüfus tarihi kayıtlara göre hep 500’ün altında olmuş. Sadece Türklerin yaşadığı ve gayrımüslimlerin izinle girdikleri suriçi konusunda bu kadar hassas olmalarının nedeni kalenin çok zor fethedilmesi ve fetih esnasında çok sayıda askerin şehit olmasından olsa gerek. Yoğurdu bile üfleyerek yemeye başlamış olmalılar.

Türkler Suriçi’nde ihtiyaçları dışındaki hiçbir şeye dokunmamışlar, şehri ihya için bir harekete girişmemişler. Fethettikleri yerleri âbâd eden bir milletin burada farklı davranmasının bir nedeni olmalı. Ben bunu Mağusa’nın yabancılara iyi gelmeyen havasının yanı sıra fethedilmesindeki güçlüğe ve verilen kayıplardan dolayı oluşan gönülsüzlüğe bağlıyorum.

Belki bir diğer neden Mağusa civarında görülen başta veba olmak üzere türlü bulaşıcı hastalıklardı. 1692’de görülen bir salgında neredeyse her üç kişiden ikisi hayatını kaybettiği anlatılır. Bu salgınlardan dolayı görülen kıtlık ve fakirlik, üstüne bir de zaman zaman görülen isyanlar eklenince durum nezaketini korur hep. Azalan nüfus sorunu Anadolu’dan getirilen nüfusla dengelemeye çalışılır ama o da ancak nüfusun azalmasını önler.

Ortaçağ kenti

Mağusa bir ortaçağ kenti olduğu için Ortaçağ kentlerine has iki temel mimari yapının, kaleler ve katedrallerin en güzel ve önemli örneklerine sahip. Dolayısıyla Mağusa aynı zamanda asker ve ruhban şehri. Liman kenti olmasından dolayı tüccarlar da var ama diğer iki grup gibi şehre ne rengini verebilmişler ne kokularını katabilmişler.

Mağusa ile ilgili düşündüğüm bir konu var ama doğruluğunu ispat edecek durumda değilim maalesef. Mağusa’yı Yahudilik ve İslamiyet’in olmadığı Kudüs’e benzetirim. Lusignanlar Kudus’ü Selahaddin’e teslim edip Kıbrıs’a geldiklerinde adeta bıraktıkları Kudüs’ün Hristiyan halini yeniden inşa etmişler. Hristiyanlıkta ne kadar tarikat ve mezhep varsa hepsinin kilisesi var. Kilise yoğunluğu bu kadar olan bir başka şehir yoktur herhalde. Neredeyse her sokakta birkaç kilise var. Katedral, şapel ve manastırlarla birlikte bir kilise şehri. Türkler sadece dört kiliseyi camie çevirmişler. Onlardan ikisi cami, ikisi ise müze olarak hizmet veriyor.

Türklerin büyüklüğünü görmek için Mağusa’yı gezmeniz tek başına yeter. Lusignanlar gelmiş, Bizans’a ait ne varsa ya tahrip etmiş ya ortadan kaldırmış. Cenevizliler ve Venedikliler gelmiş, Lusignan eserlerini ya yıkmış, ya değiştirmiş. İngiliz ise kendisi için önemli bulduğu yapıya ilaveler yapmış ve işine yarayanları adadan alıp götürmüş. Türkler ise fethettiği diğer topraklarda olduğu gibi burada da kendilerinden öncekiler gibi yakıp yıkmamış. Birkaç kiliseyi camiye çevirmiş ve hamamlar ve çeşmelerle de süslemiş. Depremler ve bakımsızlık dışında Türkler tarafından yıkılan bir yer yok.

St Paul yani Sinan Paşa Camii
St Paul yani Sinan Paşa Camii

Bir konu var ki değinmeden geçemeyeceğim. Kıbrıs’taki Osmanlı ve Türk eserlerden bahsedilen bir eserde geçen şu cümleye dikkatinizi çekmek isterim.

Uzun tarihi geçmişimizin 308 yıllık bir bölümünü kapsayan Osmanlı-Türk dönemine ait …” Bir başkasında ise şöyle bir cümle vardı: Osmanlı milisleri tahrip etti.

Mağusa asla Rum şehri değil

Bu cümleler maalesef bir Rum tarafından söylenmiyor. Daha da üzücü olan Kıbrıs’ta son yıllarda Türkçe konuşanlar arasında da Türk dönemini Yunanlar gibi değerlendiren insanların sayılarının artması ve seslerinin çok çıkması. Oysa benim gezdiğim Mağusa hiç de bir Rum şehri değil. En başta surları olmak üzere Lala Mustafa Paşa Camii, Kraliyet sarayı, evleri, kemerli ve daracık sokaklarıyla üzerine Türklük örtüsü serilmiş bir Katolik Latin şehri. Bizansın da aslında Ortodoks Latin olduklarını düşündüğümüzde Rumlarla ilgisi yok bile diyebiliriz. Zaten adada Rumların hakimiyeti eline alması şurada elli seneyi bulmadı. O da tamamı değil.

Mağusa’ya gezeceklere tavsiyeler

Dünyada, yaklaşık 650 bin metrekalik bir alanda bu kadar çok tarihi eserin olduğu bir başka yer var mıdır bilmiyorum. Dolayısıyla insanın bir günlük gezmeyle anlaması ve hazmetmesi pek mümkün görünmüyor. Birçoğunu defalarca görmeme rağmen her seferinde farklı bir tarafıyla dikkatimi çekiyor. Siz de sindire sindire gezmek istiyorsanız gezinizi birkaç güne yaymanızda fayda var.

Mağusa’yı gezmeyi planlayanlara küçük tavsiyelerde bulunayım. Eğer tarih, arkeoloji ve sanat tarihine meraklı değilseniz gezmek için bir gün yeter. Ama meraklı iseniz en az iki gününüzü ayırmalısınız. Sur dışındaki tarihi yerleri ancak araba ile gezebileceğinizi de unutmayın. Planlamanızda yardımcı olur düşüncesiyle kendi gezimi anlatayım. Surlarla başladım gezmeye. Önce hendekler tabi ki. Şehrin surlarının etrafını hendeklerden dolaştım. Daha sonra Kara Kapısı’ndan şehre girdim. Bu sefer kuzey surlarının şehir tarafından başladım, Çifte Mazgallar’a kadar gittim. Othello Kulesi yakın olduğu için orayı da gezip meydana geldim. Bu aradaki birçok eseri de gördüm tabi ki. Meydan merkez. Oradan deniz kapısına inip Canbulat müzesine geçtim. Şehitlikten Selimiye Camiin doğusunu dolaşarak Suriçi’ni bitirdim. Sur dışını yakın ve uzak olarak ikiye ayırdım. Yakın sur dışında anıt, Çanakkale Şehitliği, eski mezarlık, lokomotif, kapalı Maraş ve Kutup Osman türbelerini 3 saatte bitirdim. Uzak sur dışında ise gideceğim üç yer vardı. Salamis, kral mezarları ve Barbanabas. Oraları da araba ile beş-altı saatte gezdim. Her ne kadar araba ile gitsek de özellikle Salamis’i yürüyerek gezmek çok vaktimizi aldı.

Araya dinlenme ve kahve içmeyi de düşünerek söylüyorum. Fotoğraf çekmeyi seviyorsanız kadrajınızı bayram ettirecek yerler göreceksiniz..

Kiliseler şehri

Mağusa için kilise şehri dense kimse itiraz edemez. Bir yılda her gün farklı birine gidecek kadar çok kilise varmış şehirde. Muhtemelen kiliselerinin çokluğunu mübalağa yoluyla ifadesi. Yoksa otuzu bulmaz. Bu kadar küçük bir şehirde bu kadar çok kilisenin olmasının izahı olmalı. Ben kendimce yaptım, sizinle paylaşayım. Bunun birkaç nedeni var. Her şeyden önce halkın ve yöneticilerinin hem dindar hem de zengin olduğuna işaret ediyor. Ortaçağlarda kenti ziyaret eden seyyahların hepsi ağız birliği etmişçesine hep şehrin zenginliğinden bahsederler. O kadar ki bir gelinin başındaki değerli taşlar Fransa kraliçesinin tacında yokmuş. Bir diğer nokta Mağusa’nın liman kenti olması, halkı arasında denizciler olması ve şehrin çok saldırıya uğramasından dolayı kendilerine zarar gelmemesi ve gidenlerin dönmesi için dua etmesidir. Çok sayıda kilise olmasının bir diğer nedeni her mezhebin kendi kilisesini inşa etmesidir. Katolik, Ortadoks, Nasturi ve şövalye kiliseleri, zenginlerin rekabet halinde olması ve rekabet için kilise yapmaları kilise sayısını artıran bir diğer neden.

Bütün bunları tetikleyen en büyük neden ise kanaatimce Kudüs krallığının Selahaddin tarafından fethedilmesinden sonra Kudüs’e en yakın topraklar olarak Kıbrıs’ın bulunmasıdır. Hristiyanlar için Kudüs’e ulaşmanın ve yaklaşmanın mümkün olduğunu gösteren bir işaret Kıbrıs. Kıbrıs’ın değeri elbette Akdeniz’in doğusu için önemli olması ve buna bağlı birçok fikir ileri sürülebilir. Ancak kanaatim dini saiklerin daha kuvvetli olduğudur. Kudus’ün düşmesinden sonra oradaki şövalyelerin Kıbrıs’a gitmesi ve Kudüs Krallığının Kıbrıs’ta devam etmesi burayı diğer hiçbir şehirde görülmeyecek kadar kilise ile dolmasını sağlamıştır. O kadar ki ne kadar büyük olursa olsun surlarla çevrili bir şehir neticede ve her sokağında üç dört kilisenin olduğu bir yerden bahsediyoruz.

En önemlisi bu kadar kilisenin asırlardan beri ayakta kalmasının nedeni de önemli. Onun en önemli nedeni de Türkün hoşgörüsü. Diğer dinden olanlara ve inancı ne olursa olsun Allah’ın adının zikredildiği yerlere karşı gösterdiği hoşgörü.

Mağusa adeta bir kilise müzesi. Neredeyse Ortaçağım tüm kilise örneklerini burada görmek mümkün. Başlıca üç üslupta kilise var. Biri Lusignlar döneminde yapılan gotik kiliseler. İlki kadar süslü olmayan Latinlerin heybetli kiliseleri. İlk ikisine göre daha küçük, daha sade ve daha basit planlı Bizans kiliseleri. Bunlar ev sahibi kiliseler. Bir de misafirlerin kiliseleri var. İlki Akka ve Kudüs’ün fethedilmesinden sonra Mağusa’ya yerleşmelerine izin verilen Doğu Hristiyanlarına ait. İkincisi ise Kudüs’ü tekrar almak için gelen düzenlenen Haçlı seferleri ile Avrupa’dan gelen Katolik tarikatlar. Bunların mimarileri diğerlerine benzemiyor, kendilerine has. İkinci bir örneği veya benzeri yok şehirde.

Mağusa’da birkaç tane katedral var. Katedral bir Ortaçağ mimari tipi. İlk başlarda piskoposun bulunduğu kilise demek. Yani bir şehirde ruhbanlar arasında bir numara. Onun olduğu kilise de en büyük ve görkemli kilise oluyor. Görkemli ve büyük olmasının nedeni bütün kiliselerin başı olmasından. Birden fazla mezheb olduğu için birden fazla da piskopos yani katedral oluyor.

Mağusa’yı özellikle kilise, manastır ve katedrali gördükten sonra buranın Kudus’ün fethedilmesinden sonra buraya gelen başta Lusinganlar olmak üzere Papalık tarafından diğer dinlerden arındırılmış bir Kudüs inşa etmeye çalıştıklarını düşündürdü bana.

Dikkatimi çeken bir diğer nokta kiliselerin çan kulelerinin olmayışı veya çan bulunmayışı. Birbirine çok yakın birçok kilisenin bulunduğu küçük bir şehirde aynı anda tüm kiliselerin çanlarının her saat başı çalındığını düşünürseniz neden olmadığı konusunda fikir yürütebiliriz.

Ve son olarak yer altı kiliselerinden bahsetmek isterim. Yer altı kiliseleri ilk başlarda Romalıların baskısından korunmak için gizlice ibadet edilmek ve toplanmak üzere inşa edilmişti. Güvenlik amaçlı idi. Ama burada öyle bir nedenden dolayı inşa edildiğini düşünmek zor. Dindar ve sofu Hristiyanların yaşadığı bir şehirdeki küçük yer altı kiliseleri rahip ve rahibelerin insanlardan uzaklaşarak ibadet ettkikleri için inşa edilmiş olmalı.

 





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Bayramdaki hikmet ve irfan

02:10 Dini Bayramları Nasıl Kutlarız?

03:45 Ramazan Bayramına Neden "Id-ı Fitr" Denilmiştir?

04:40 Bayramlar Bizim İçin Neden Önemlidir?

10:15 Arifler Bayrama Nasıl Hazırlanır?

29:45 Gökten İnen Sofra (Maide Suresi) Kur'an'da Nasıl Geçiyor?

53:20 Çocuklar İçin Bayram Ne Anlama Gelir?

Ramazan ilahileri

Nureddin Cerrahi "Terk Ehli" Sözüyle Ne Kast Etmiştir?

31:25 "Eğer Bilmiyorsanız İlim Sahiplerine Sorun Ayetini Nasıl Anlamalıyız?

34:45 "Zikir İnsanı Diri Tutar" Sözünden Ne Anlamalıyız?

38:40 Hz. Pir Hasan Sezai'nin Nutk'u Şerifi

57:40 "Semadan Sırrı-ı Tevhidi" İlahinin Yazılış Hikayesi

ismailgulec.net