Bu hikayeyi dinleyen hayvanlara eziyet eder mi?

Bir konuda gerektiğinden fazla tepki gösteriliyorsa o konuda iyi gitmeyen bir şeyler var demektir. İnsan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları, çevre ve doğa hakkı son yıllarda haberlerde sıkça karşımıza çıkan konular ve toplum bu konularda çok hassaslaştı. En ufak bir ihlalde sosyal medya yıkılıyor ve failler verilebilecek en üst cezalarla tecziye ediliyor. Böylece ihlallerin önü alınmaya çalışılıyor.

Belki bu bir çözüm ama ben daha kesin bir çözüm biliyorum. O da çocuklarımıza atalarımızın anlattığı hikayeleri anlatmak. Hikâye ile bu sorun çözülür mü diye soracaksınız hemen. O zaman sizden iki dakikanızı istirham ederek bir hikâye anlatayım. Sonra tekrar konuşuruz.

Hikâye bundan yüz yıl öncesine kadar halkın okuması için basılan kitaplarda geçer. Özellikle Mevlit baskılarının önünde, sonunda, arasında, kenarlarında Hz. Peygamber'in içinde olduğu birtakım hikayeleri yayınlamak adeta bir gelenek haline gelmişti. Bu hikâyede onlardan biri.

Deve hikayesi

Sahibinden eziyet gören bir deve durumunu arz etmek için Hz. Peygamber'in kapısına gelir. Bir cuma günü, akşamüzeri Hz. Peygamber ashabı ile sohbet ederken kapıda ağlayıp inleyen, feryat eden bir hayvan sesi duyar. Hz. Ali'ye dönerek;

- Ey Ali! Git bak bakalım, mazlum gibi ağlayıp inleyen de kim? Neden böyle ağlayıp inler? Onu kim ağlatmış? Git öğren.

Buyurmuş. Buyruğu işiten Hz. Ali hemen dışarı çıkar. Ağlayıp inleyenin bir deve olduğunu görür ve sorar:

- Ey mübarek hayvan? Neden ağlayıp inlersin? Seni böyle dövüp sana eziyet eden de kim?

- Ey Ali! Ben halimi Allah'ın elçisinden başkasına söylemem, der.

Hz. Ali içeri girer, durumu arz eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber yanında kendisinden sonra halife olacak dört imam ile birlikte kapıya çıkar. Hz. Peygamber'i gören deve anlatmaya başlar:

- Ey Allah'ın resulü! Benim sahibimin adı Ebu Mesud. Ağır bir yük taşıyordum. Yol balçık idi ve ayağım battı ve tökezledim. Ebu Mesud'un köleleri atından inip beni dövdüler ve benim için bu işe yaramaz, yük taşıyamaz dediler. Bunun üzerine Ebu Mesud benim iplerimi çözmelerini, örtümü çıkarmalarını, yem vermemelerini, dışarı salıp kesmelerini söyledi. Ben de derdimi arz etmek için kapına geldim. Beni boğazlayacaksa Hz. Peygamber boğazlasın, şu canımı vereceksem onun yolunda vereyim dedim. Etimi müminler yesin, Allah'a verdiği nimetlerden dolayı şükretsin diye düşündüm.

Deveyi dinleyen Hz. Peygamber deveye bizi sahibine götür der. Her birlikte sahibinin evine varırlar. Hz. Peygamber devenin sahibine seslenir:

- Ey Ebu Mesud, sen ne yaptın? Bu hayvana neden böyle zulmettin?

- O benim devem değil mi? İster döverim ister severim, istersem de keserim.

- Ben buraya o devenin hakkını almaya geldim.

- Size benim ona zulmettiğimi kim söyledi?

- Devenin kendisi gelip anlattı.

- Nasıl olur? Gelsin bir de kendisinden ben dinleyeyim.

Deyince deveyi çağırırlar ve deve olanları bir kez daha anlattıktan sonra;

- Ey Allah'ın resulü! Hakkımı bunlardan al. Kafirlere hakkımı helal etmiyorum.

Devenin bu sözlerini işiten Ebu Mesud yerlere kapanır ağlayıp inlemeye, ben ettim siz etmeyin diye yalvarmaya başlar. İman eder ve Müslüman olur.

Hz. Peygamber devenin parasını verip satın alır. Sonra ashabına dönerek;

- Kimse bu deveye yük vurmasın, kim bu deveyi beslerse benimle birlikte cennete gider.

Buyurur.

Deve her gün otlağa giderdi. Cuma günleri de mescidin kapısına gelir, Hz. Peygamber'in yolunu gözler, onun baldan tatlı sohbetlerini dinlerdi. Peygamberimiz vefat edene kadar böyle devam etti. Bir Cuma yine geldiğinde Hz. Peygamber'in sesini işitemez. Sorduğunda ona Hz. Peygamber'in vefat ettiğini söylerler. Haberi alır almaz deve kendisinden geçer ve başını eşiğe vurmaya başlar. Hz. Peygamber'in olmadığı dünyada benim ne işim var diyerek oracıkta canına kıyar.

Deveyi önceden tanıyan ve bilen Hz. Fatıma bu mübarek hayvanı kefenleyip gömer. Bu hikâyeyi anlatan hikayeci bu devenin cennete gittiğini ve orada otlaklarda yayıldığını söylerler.

Şimdi tekrar başta ifade ettiğimiz konuya dönelim. Sizce bu hikâyeyi dinleyen biri sahip olduğu, olmadığı bir hayvana eziyet edebilir mi?

Şimdi aranızda hayvanlara eziyet etmemek için hikayelere gerek yok, her bilinçli ve duyarlı yurttaş aklıyla bunu bilir, diyenleriniz çıkabilir. Haklısınız, ben aksini iddia etmiyorum. Sadece atalarımızın kimi insanlardan esirgedikleri mübarek sıfatını hayvanlar için kullanmalarına ve onlara eziyet etmemelerinde bu tür hikayelerin katkısının olduğu, eğer faydası olacaksa bu hikayelerin bugün de çocuklara anlatılması gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Çocuklarımız hem hayvanlara karşı daha merhametli olacak hem peygamberimizi daha yakından tanıyacak ve seveceklerdir. Duygu ile beslenmeyen ve desteklenmeyen akıl kuru bir görüntüden ibarettir.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Orhan Camileri ve Özellikleri

Neden Orhan Camileri? Osman veya Beyazıt, Murat vs değil?
Orhan camilerini nerelerde görüyoruz?
Bu camilerin kaç aded olduğunu konusunda elimizde bilgi var mı? Kaçı günümüze ulaştı?
Orhan camilerinin müşterek özelliği nedir?
Orhan dönemine mahsus başka nelerden bahsedilebilir?
Bu camileri yapan ustalar Türk müydü?
Bu camiler daha sonra yapılacak Süleymaniye cami formuna giden cami mimarisi içindeki etkisi oldu mu?
Orhan camileri arasında kiliseden çevrilen var mıydı?
Çandı adı verilen sistem nedir?
Orhan camilerinin resterasyonu konusunda problemler yaşandı mı?
Orhan cami ile Cuma cami arasındaki ilişki verir?
Orhan camilerinin büyüklükleri arasında ciddi fark var mı?
Yıkılıp yeniden yapılanlar var mı?
Bugün köy camileri mimarisi için örnek olabilir mi?
Orhan camilerinin Cuma namazı kılınması dışında bir işlevi daha var mıydı?

Bir vaaz ve nasihat kitabı: Tenbihü'l Gafilin

Tenbihü’l-Gâfilîn vaaz ve nasihat kitabıdır. Maverâünnehir bölgesinde yaşayan ve Türk olması kuvvetle muhtemel olan Ebü’l-Leys, fakihliği ile öne çıkan ancak temel İslam ilimlerinin hemen her alanında eser vermiş velut bir âlimdir. Ehl-i sünnetten, Hanefi fıkhının en önemli ve öncü isimlerinden bir fakih, müfessir, mütekellim/kelamcı ve aynı zamanda bir sufidir. Semerkant ve Belh’te müderrislik yaptığı, ahlak ve irşada dair konularda vaazlar verdiği de eserlerinin üslubundan anlaşılmaktadır.

Ebü’l-Leys’in eserleri, üslubunun akıcılığı, dilinin sadeliği ve tasnifteki başarısı ile dikkat çeker. Halkın seviyesine inerek anlaşılması zor olan meselelerin daha kolay öğrenilmesini sağlar. Sadece ders vermekle meşgul olmamış halkın da eğitimine önem vermiş bir alim. Kitaplarını ayet ve hadise dayandıran Ebu’l-Leys halkın içinde olmasa böyle bir kitap da yazamazdı. Bu yüzden eserleri Endülüs’ten Endonezya’ya kadar yayıldı ve asırlar boyunca İslâm dünyasının birçok bölgesinde Müslüman toplumların İslâm anlayışlarını ve dinî hayatlarını derinden etkiledi.

ismailgulec.net