Yüzyıl öncesinin yangın söndürücüleri

Ateş dünyayı var ettiğine inanılan dört öğeden biri. İnsanlar her şey gibi ateşi de doğadan öğrendiler. Bizim itikat dilimizle söyleyecek olursak Allah, Adem’e ve oğullarına dünyada nasıl yaşayacaklarını doğa, bitki ve hayvanlar yoluyla öğretti.

İnsanlar ateşi de doğadan öğrendi. İlk ateşin yanan ormanlar, fışkıran yanardağlardan öğrenildiği var sayılıyor. Demek ki orman yangınları insanlık kadar hatta ondan da eski. Hz. Adem’den beri de ateşten hem kaçıyor hem onsuz yaşayamıyoruz. Hz. Adem’den bu yana değişmeyen tek şey ateş karşısındaki acizliğimiz.

Nasıl korunuyorduk?

Ateş, Osmanlı şehirlerinin en büyük düşmanı olmuş tarih boyunca. Birbirine yaslanan ahşap evlerden birinde patates kızartılırken çıkan bir kıvılcım koca İstanbul’u yakardı. Sadece İstanbul mu? Edirne ve Bursa da aynı kaderi paylaşır. Osmanlı arşivinde Edirne dönemine ait evrakın çok az olmasının nedenlerinden birinin Edirne’de çıkan yangınlar olduğu söylenir.

IV. Mehmed devrinde Tersane Bahçesi Sarayı’nın hareminde bir yangın çıkar ve söndürülemez. Padişahın bulunduğu yere kadar varan yangın, padişah kasrına geçmesin diye kasır ile yangının geldiği tarafa hemen duvar örülür ve böylece padişah kasrı kurtulur.

Peki Fatih, Süleymaniye, Sultanahmet gibi camiler neden yanmadı?

İstanbul yangınlarını bilen atalarımız camilerin etkilenmemesi için şehirle camiyi birbirinden ihata duvarları ile ayırmış. Büyük camilerin avlularının dışında taş duvarlar olmasının nedenlerinden biri de budur. Bu duvar camii şehrin kalabalığından ve gürültüsünden koruduğu gibi yangından da korur. Yangın camide çıkarsa bu sefer dışarı yayılmasına engel olur. Ayrıca, “Ne güzel süslemişler, ne güzel yapmışlar” diyerek beğendiğimiz avlulardaki şadırvanların arkasındaki veya üzerindeki su hazneleri ile havuzlar, bir taraftan su sıkıntısını giderirken diğer taraftan ihtiyaç halinde yangın söndürmek için kullanılırdı.

Ateş kayıkları

Yangın söndürmek için alınan önlemlerden biri de ateş kayıkları idi. Ateş kayığı, elimizin altından eksik etmediğimiz, her başvurduğumuzda, hazırlayanları hayır dualarla yâd ettiğimiz Kubbealtı Sözlük’te; 1. Eskiden pazar kayıkları gibi Eminönü’nden Boğaziçi’ne yolcu ve yük taşıyan, Boğaziçi’nde yangın çıktığı zaman tulumbaları ve tulumbacıları yangın yerine götüren, süratli, üç veya dört çifte kayık:

Lutfuna ısınsa ne aceb cân-ı ahibbâ
Âteş kayığı kendisidir zevrak-ı sahbâ (Sâbit).

Kalafatçılarda ateş kayığın yağlattık
Yine su aldı çekip iskeleye bağlattık (Sürûrî’den).

2. Ateş balığı avlanırken balığın gelmesi için içinde ateş yakılan kayık. şeklinde tarif ediliyor.

Ateş kayığı, yangın olduğunda tulumbacıları İstanbul-Üsküdar arasında taşımak için kullanıldığı gibi özellikle sahil kenarındaki evlerde, yalılarda çıkan yangınlara denizden müdahale edebilmek için de kullanılırdı. Başlangıçta tulumbacıları taşımak için kullanılan bu kayıklara daha sonra denizden su çekip fışkırtabilecek tulumbalar monte edilir. Bildiğimiz itfaiye aracı olur. Kubbealtı Sözlüğü’ndeki tarife ilaveten bir tarif daha verelim. Alıntı, TDV İslâm Ansiklopedisi’nden:

Ateş gemisi de denilen, düşman gemilerini yakmak için kullanılan yanıcı ve patlayıcı maddelerle dolu küçük bir kayık veya gemi çeşidi.

Ateş kayığı, düşmanın üzerine yelken ve kürek yardımıyla hızla sevk edilir, bırakıldığında hedefe gidecek duruma geldiğinde ateş yakılır ve yanından uzaklaşılırdı. Bu kayıklar sadece denizlerde gemilere karşı kullanılmazdı. Osmanlılar, Budin’e hâkim olduktan sonra Peşte ile arasına bir köprü inşa ederler. Şehri geri almak isteyen düşmanlar, Tuna akıntısına bıraktıkları ateş kayığı ile köprüyü yakmaya çalışmışlardı.

Konumuz bu kayık veya gemi türü değil. Bu vesile ile Kubbealtı Sözlüğü’ndeki ilgili maddenin şu şekilde güncellenmesini önerelim:

1. Eskiden pazar kayıkları gibi Eminönü’nden Boğaziçi’ne yolcu ve yük taşıyan, Boğaziçi’nde yangın çıktığı zaman tulumbaları ve tulumbacıları yangın yerine götüren, içine monte edilen tulumba ile yangın söndürmede kullanılan süratli, üç veya dört çifte kayık:

2. Ateş gemisi de denilen, düşman gemilerini yakmak için kullanılan yanıcı ve patlayıcı maddelerle dolu küçük bir kayık veya gemi çeşidi.

3. Ateş balığı avlanırken balığın gelmesi için içinde ateş yakılan kayık. Yangınlarla yandığımız ve ulusça üzüntülere gark olduğumuz şu günlerde yazımızı dua bitirelim.

Ya Erhame’r-râhimîn!

Dere yataklarına evler, orman içine siteler inşâ ediyoruz. Bize, afetlerden ibret alacak akıl ihsan eyle.
Bizi doğaya zulmedenlerden eyleme.
Verdiklerinin kadr u kıymetini bilmeyi bize nasîb eyle.
Bize ihsan eylediğin ormanları yakanları Cehennem ateşinde yak. Yaşın yanında kuru da yanıyor. Ya Rabbî, sana yalvarıyoruz, bizi yaş olup yananlardan eyleme.
Yangınlarda, sellerde, depremlerde ve her türlü doğal âfetlerde yaralanan kullarına âcil şifalar, dertli kullarına devâlar, borçlu kullarına edâlar ihsân eyle.
Âmin, âmin, âmin.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Orhan Camileri ve Özellikleri

Neden Orhan Camileri? Osman veya Beyazıt, Murat vs değil?
Orhan camilerini nerelerde görüyoruz?
Bu camilerin kaç aded olduğunu konusunda elimizde bilgi var mı? Kaçı günümüze ulaştı?
Orhan camilerinin müşterek özelliği nedir?
Orhan dönemine mahsus başka nelerden bahsedilebilir?
Bu camileri yapan ustalar Türk müydü?
Bu camiler daha sonra yapılacak Süleymaniye cami formuna giden cami mimarisi içindeki etkisi oldu mu?
Orhan camileri arasında kiliseden çevrilen var mıydı?
Çandı adı verilen sistem nedir?
Orhan camilerinin resterasyonu konusunda problemler yaşandı mı?
Orhan cami ile Cuma cami arasındaki ilişki verir?
Orhan camilerinin büyüklükleri arasında ciddi fark var mı?
Yıkılıp yeniden yapılanlar var mı?
Bugün köy camileri mimarisi için örnek olabilir mi?
Orhan camilerinin Cuma namazı kılınması dışında bir işlevi daha var mıydı?

Bir vaaz ve nasihat kitabı: Tenbihü'l Gafilin

Tenbihü’l-Gâfilîn vaaz ve nasihat kitabıdır. Maverâünnehir bölgesinde yaşayan ve Türk olması kuvvetle muhtemel olan Ebü’l-Leys, fakihliği ile öne çıkan ancak temel İslam ilimlerinin hemen her alanında eser vermiş velut bir âlimdir. Ehl-i sünnetten, Hanefi fıkhının en önemli ve öncü isimlerinden bir fakih, müfessir, mütekellim/kelamcı ve aynı zamanda bir sufidir. Semerkant ve Belh’te müderrislik yaptığı, ahlak ve irşada dair konularda vaazlar verdiği de eserlerinin üslubundan anlaşılmaktadır.

Ebü’l-Leys’in eserleri, üslubunun akıcılığı, dilinin sadeliği ve tasnifteki başarısı ile dikkat çeker. Halkın seviyesine inerek anlaşılması zor olan meselelerin daha kolay öğrenilmesini sağlar. Sadece ders vermekle meşgul olmamış halkın da eğitimine önem vermiş bir alim. Kitaplarını ayet ve hadise dayandıran Ebu’l-Leys halkın içinde olmasa böyle bir kitap da yazamazdı. Bu yüzden eserleri Endülüs’ten Endonezya’ya kadar yayıldı ve asırlar boyunca İslâm dünyasının birçok bölgesinde Müslüman toplumların İslâm anlayışlarını ve dinî hayatlarını derinden etkiledi.

ismailgulec.net