Köyün en akıllısı

Bir gün bir keşiş Hoca’nın köyüne gelmiş ve köyün en akıllısını sormuş. Köylüler de Hoca demişler. Keşiş Hoca’yı bulmuş ve tartışmak üzere köyün meydanına çağırmış. Dil bilmedikleri için olsa gerek hareketlerle anlaşmışlar.

İlk olarak keşiş eline bir sopa almış ve bir daire çizmiş. Hoca da çomakla daireyi ikiye bölmüş. Keşiş bir doğru daha çizmiş ve daireyi dörde bölmüş. Hoca dörde bölünmüş dairenin üç dilimine çarpı işareti koymuş. Keşiş elleriyle aşağıdan yukarıya doğru işaret yapmış, Hoca da yukarıdan aşağıya aynı işareti yapınca keşiş Hoca’yı tebrik etmiş.

Tüm olup bitenleri hiçbir şey anlamadan seyreden köylüler keşişe sormuşlar.

- Bu adam gerçekten çok akıllı. Yere dünyanın şeklini çizdim. O ortasından ekvator geçer dedi. Ben dünyayı dörde böldüm. O da dörtte üçü sudur, dedi. Ben su yerden buhar olur göğe yükselir dedim, o da yağmur olur tekrar yere düşer dedi.

Köylüler Hoca ile gurur duymuşlar, bu sefer dönüp Hoca’ya sormuşlar. Hoca açıklamış:

- Bu adam oburun biri. Önce bir tepsi baklava çizdi. Ben de yarısı benim dedim. Dörde böldü, üçü benim dedim. O hafif ateşte pişirilse daha iyi olur dedi. Ben de üzerine fındık fıstık eklersek daha iyi olur dedim.

Nasreddin Hoca ehl-i tarik, keşiş ise cemaatten olan kimse. İddacı, rekabetçi, şekil ve gösterişe dikkat eden, meydan okuyan bir tip. Biraz daha açalım mı fıkrayı?

Aslında şeriat makamı ile hakikat makamını ve bu hali taşıyanları özetleyen güzel bir fıkra. Keşiş kıyafeti, şekil ve şemaili ile şeriat makamındakileri, günümüzde kimi cemaat mensuplarını temsil eder. Her şey görünüştedir ve aklıyla her şeyi bildiğini zanneder ve münakaşa etmeyi sever. Münakaşa esnasında da kendisine öğretilen argümanları kullanır. Hoca ise tam tersi, akılla gidilemeyecek yerlerde dolaşan ve şekle ve gösterişe, hiyarerşiye dikkat etmeyen Melami meşreb bir aşığı remzeder.

Cemaat ehli tartışmak ister, üstünlüğünü kabul ettirmek ister. Tarikatının ve şeyhinin üstün olduğuna karşısındakini inandırmaya çalışır. Kendisinden daha akıllı ve bilgili bir adam bulduğunda kabul eder. Ölçüsü bilgi ve akıldır. Kendi şeyhinden daha akıllı ve uyanık birini gördüğünde ona bağlanabilir. Her şey göz önünde olmalıdır ve bilinmelidir. Dünya hayatı ve sıradan insanlar için bu doğrudur. Ama ilimden irfana geçmek isteyen bir yolcu için bunların, aklın ve bilginin önemi yoktur. Onun için önemli olan kendisine ilham olunandır. O yüzden aşık olan Hoca, bilgi ve aklın temsilcisi keşiş ile dalga geçmektedir.

Cemaat mensubu ile tarikat mensubunun dili farklıdır. Aynı duaları okusalar da yükledikleri anlam farklıdır. Biri yüz defa Allah der ağzı kurur, diğeri bir kez Allah der, yer yarılır. Aynı dili konuşmadıkları için de hareketlerle anlaşmaya çalışmakta, ancak hareketlere yükledikleri anlam çok farklı olmaktadır.

İbadetler de böyledir. Mesela namazdaki hareketlerin anlamı, hareket aynı olsa bile bir cemaat ehli için farklı, bir hakikat ehli için çok farklıdır.

Hoca’nın halka verdiği cevabın bir anlamı da siz bu işlerden anlamazsınız demektir. İki nedeni var. İlki, onlara aslını söylediğinde anlamayacaklarını bilmesi. İkincisi de her şeyin herkese söylenmemesi ilkesidir. Bunun için biraz mizah katarak kendi usulünce cevap vermekte.

Obur olmak, dünyaya düşkünlüktür. İbadete, çalışmaya, yemeye, içmeye kısaca bu dünyada olan her şeye düşkünlüktür.

Baklava ise tatlı ve arzu edilen bir şeydir. Burada aşk ile ibadet sonucu ortaya çıkan zevktir. Üzerine fıstık gibi güzel bir şeyler eklenmesi ise Allah tarafından kulun kalbine doğdurulan ilhamdır.

Hoca’nın demek istediği şey şudur. Bu dünya lezzetlidir. Ancak size ilahi lezzetlere rağbet edin. Onların değerini hiçbir dünya nimetinde bulamazsınız. Ne kadar çalışırsanız çalışın, ibadet ederseniz edin aşk olmadan bu zevk husule gelmez. Kısık ateşte pişmek tedriciliğe ve olgunlaşmanın zaman almasına işaret eder. Eh kısık ateşte piştikten sonra üzerine bir başka el tarafından fıstık dökülmesi, sülukun sonunda Rabbani ilhamların hediye olunmasıdır.

Cemaatlerde Hoca’nın fıkraları anlatılsaydı televizyonda dinlediklerimiz ve gördüklerimiz yaşanmazdı dersem abartmış mı olurum!





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Cudi Dağı ve Cizre'yi yakından tanıyalım.

Cudi Dağı ve Cizre'nin Kültür ve Tarihimizdeki Önemi
04:00 "Cudi- Nuh'un Gemisinin İzinde" Romanının Yazılış Serüveni
06:30 "Şeyh ve Kilise" Kitabının Yazılış Serüveni
16:00 Cudi Dağı İle İskender Paşa Camii Arasında Nasıl Bir Bağlantı Vardır?
17:30 Cizreli Şeyh Seyda Hazretleri Kimdir?
20:15 Diyarbakır Ulu Camii ve Cizre Ulu Camii'nin Ortak Yönleri
23:15 Cizre'deki Kırmızı Medrese'nin Önemi Nedir?
32:00 Cizre'deki Şikeft-i Cüz Mağarası'nın Manevi Önemi
34:30 Cizre'deki Cebrail Kapısı'nın Tarihi Önemi
36:30 Sefine Festivali, Kültürel ve Dini Açıdan Ne İfade Eder?
43:00 "Cudi Dağı, Hz. Nuh'un ve Ümmetinin Sığınağıdır"
45:30 Hz. Nuh'un Gemisini Arayan Gencin Hikayesi

Kısas-ı Enbiya

Cevdet Paşa’nın ahir ömründe yazdığı bu kitabın tam adı: Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Bir nevi İslam tarihi de denilebilir.

Tanpınar’ın onun için söylediği şu sözler çok önemli: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya'da ve bilhassa da bu kitabın Peygamber'in hayatına ait olan kısmında nesrin kemal noktasına varmıştır. Türkçe'de Mevlid'den başka hiçbir kitap, bu kadar herkesin dilini konuşuyor hissini bırakmamaktadır.

ismailgulec.net