Kantara Kalesi

Konumu ve muhteşem manzarası ile görülmesi gereken yerlerden biri de Kantara Kalesi. Beşparmak dağlarının en doğusunda, dağların başladığı tepeye inşa edilen kaleden, Torosları, Karpaz yarımadasını ve Mesarya ovasını seyredebilmenin keyfini anlatamam.

Kale diğer iki kale ile aynı dönemde yapılmış, onuncu asırda. Bizanslılar tarafından Arap saldırılarına karşı yapıldığı yazılı kaynaklarda. O dönemlerde özellikle Endülüs Emevilerinin bu taraflara ve Anadolu’ya geldiklerini biliyoruz. Muhtemelen saldırıları karşılamak için değil, gelenleri gözetlemek için olmalı. Çünkü kale o kadar çok askeri barındırıacak kadar büyük değil.

Kaleye ve yolu üzerindeki köye adını veren Kantara köprü anlamında Arapça bir kelime. Diğer iki kaleden birinin adı İtalyanca, diğeri ise bir isim. Buraya niye köprü anlamına gelen kantara adını verdiler, diye düşünmedim değil. Muhtemelen zamanla ismi yakıştırılmış olmalı. İşin ilginç tarafı kalelerin üçünün de aynı asırda yapılmış olmasına rağmen isimleri adeta adanın tarihi gibi. İsimlerden biri erken dönem Hristiyanlık dönemine ait. Rumların Ortodoks olduğunu düşündüğümüzde onları da karşıladığını düşünebiliriz. Biri Arapça, özellikle yedinci ve dokuzuncu asırlar arasında Arap fatihlerin geldiğini ve adaya kısmen de olsa hâkim olduklarını düşündüğümüzde bu dönemi temsil ettiğini görüyoruz. Biri de İtalyanca. Çok kısa sürmesine rağmen Venedik dönemini temsil ediyor. Gerçi Lusignyanlar ve Osmanlılar yok ama onlar da biri Avrupalı, diğeri de Müslüman olduğu için bu iki ismin onları da temsil ettiğini düşünebiliriz.

Kale dönem dönem Kıbrıs’ın yerel krallarının hakimeyetinde kalmış. Lusignyanlar da pek ses çıkarmamış anlaşılan. Hem çok uzakta, hem kalabalık değil. Kendileri için bir tehdit unsuru olarak görmediler muhtemelen. Bazı dönemlerde de kraliyet ailesinin av için gittikleri esnada konakladıları yer olmuş uzun bir süre. Özellikle yırtıcı hayvanları için keçi avına çıkarlarmış.

Kantara Kalesi, 14. Asrın ikinci yarısında Cenevizlilerin adayı almalarından sonra bile uzakta ve yüksekte olmasından dolayı Kıbrıs kralının elinde kalır. Ancak bu durum bir asır devam etti. 1489 yılına gelindiğinde kale Venediklilerin eline geçmişti. Diğer kaleler gibi bu kalenin de önemi azaldı ve zamanla kendi haline bırakıldı. Kalenin elden geçirilmesi için beş asır beklenmesi gerekiyormuş. 1914 yılında İngilizler adadaki tarih eserleri özellikle kendi amaçlarına uygun olanları tamir çalışmaları sırasında kale elden geçirir.

St Hilarion gibi buraya da Londra’da yaşayan bir Kıbrıs Türkü denizle ada arasında çalışacak bir teleferik yapmak istemiş ama muvaffak olmamış.

Kalenin planı

Kale büyücek bir kaya üzerinde inşa edildiği için etrafı uçurum. Kaleye sadece doğu tarafından giriliyor. Böyle bir yerin özellikle güvenlik açısından seçildiği çok belli. Hem korunaklı, hem de gözetlemek için çok müsait noktada. Bu tür kalelerin temel sorunu sudur ve bu kalenin su ihtiyacını karşılayacak depoyu diğer yönlere yapmak o devrin imkanlarına göre pek müşkül olduğundan olsa gerek giriş tarafına, kuzey kulesinin hemen önüne inşa etmişler.

Kalenin girişi c harfi gibi. Harfin iki ucunda iki kule var ve hafif bir kavis çizen duvarların ortasından kaleye giriliyor. Doğacak güvenlik zaafiyeti de kaleye girmek için geçilmez zorunda kalınan bir avlu ile tahkim edilmiş. Kalenin diğer cepheleri ise insanı ürküten uçurumlarla çevrili. Girişteki kulelerin arasından geçip avluyu yürümeye başlayınca kuzey ve güney taraflarındaki küçük kulelerin hemen arkalarında daha büyük kuleler ver alıyor. Ana girişten kaleye girince solda bir savunma kulesi var. Alt katında haç tonozlu bir oda, odanın içindeki mazgalın altında bir oda daha var. Muhtemelen kalenin hapishanesi olmalı. Odayı geçince mazgal delikleri de olan yine tonozlu üç oda karşılıyor bizi. En sonda da bir tuvalet olduğu yazılı ama ben göremedim. Surların güneybatı ucunda, bir gözetleme kulesi daha var. Sarnıca dönüştürülmüş odaların kalıntıları da burada. Kuzeydeki odanın kapısı kilitli ve dikkatlice bakınca dibinde hâlâ su birikintisi olduğu görülüyor. Kalenin en yüksek noktasında ise Buffavento Kalesiyle haberleşmek için yapılmış bir kule varmış. Bu gün sadece bir penceresi olan bir duvarı kalmıi. Girişin sağ tarafında ise mazgal delikleri olan geçit ile yine haç tonozlu bir odası olan bir kule daha var. Kalenin üst tarafında diğer odalar kadar büyük olmayan bir oda daha var.

Kantara, St Hilarion’dan küçük, Buffavanto’dan büyük bir kale. Gezerken taşların ya üzerinden ya da arasından geçiyoruz. Kayalar çok fazla oda veya bölüm yapmaya izin vermemiş. Olanlar da kayaların izin verdiği ölçüde yapılmış.

St Hilarion için anlatılan efsaneler burası için de anlatılır. İnşaat yapıldıktan sonra işçilere ödeyecek parası olmayan kraliçe işçileri sırayla odasına alır ve pencereden aşağı atarak öldürür. St Hilarion’da meşhur penceresinden bakan kraliçe burada bir kayanın üzerinden etrafı gözler. Yalnız ve mutsuz kraliçe bir kaya üzerine oturup deniz ve ovayı seyredermiş. Onu gören çobanlar da kraliçenin oturduğu kayaya Kraliçenin tahtı derlermiş. Gezerken baktım ama bulamadım. Etrafı seyretmeye müsait o kadar kaya var ki hangisi olduğunu bilemedim.

Bu kale ile anlatılanlardan biri de kraliçenin hazineleri ile ilgilidir. Genellikle hazine ve define avcıları nerede bir harabe görse, bir de orası tarihi bir yerse mutlaka bir hazine olduğunu düşünür ve bununla ilgili efsaneler uydurur. Ne hikmetse yüzlerce yıl geçmesine ve yüzlerce kişinin aramasına rağmen hazineyi de kimse bulamaz. Kantara harabeleri için de kraliçenin bıraktığı bir hazineden bahsederler. Bir rivayete göre Venediklilerin sikkeleri olur hazine. Ama akla Venediklilerin bu kaleleri terk ettikleri, terk ettikleri yerde neden hazinelerini bıraktığını sormadan, sorgulamadan inanır. Hazine ile ilgili 101 oda efsanesi de söylenir ama değil yüz bir, on bir oda bile zor bulunur burada.

St Hilarion’la benzer bir diğer rivayet ise hazine odasını bulup altınlara dalıp kendini kaybeden bir çobanın içeride kalması. Yanında bulunan nardan her gün bir tane yiyerek hayatta kalması ve vakti geldiğinde heybesindeki altınlarla dışarı çıkması. St Hilarion’da içeri birkaç işi girip kırk sene uyurken burada bir çoban giriyor ve bir sene sonra çıkıyor.

Bütün bu efsaneler muhtemelen birbirine çok benzeyen bu kaleler için karıştırılarak anlatılmış ve doğruluğu sorgulanmadan inanılarak nesilden nesile aktarılarak bugüne kadar gelmiş. Kimileri inanmış, kimileri inanmamış. Şimdi siz bana sen inandın mı, diye sormadan ben cevap vereyim. Üç kaleyi de gezen biri olarak anlatılan efsanelerin St Hilarion için daha makul olduğunu, diğerlerinin ise uyarlanmış olduğunu düşünüyorum. Her iki kalede de kraliyet ailesinin yaşayacağı bir ortam yok, çok uzak, küçük ve de zemin çok engebeli ve kayalık. Bu iki kale karakolluk yapsın diye inşa edilmiş kaleler. Venedikliler, kendilerinden öncekilerin ancak yüksekten görebildiklerini gelişmiş dürbünleriyle ve devamlı seyir halinde olan gemileriyle gözledikleri için bu kadar yüksekte ve uzakta olan kaleler asker göndermeyi gereksiz görmüşler.

Kantara kalesini Torosları, Karpaz yarımadasını ve Maserya ovasını aynı anda aynı noktadan seyredebilmek için gitmeye değer.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Cudi Dağı ve Cizre'yi yakından tanıyalım.

Cudi Dağı ve Cizre'nin Kültür ve Tarihimizdeki Önemi
04:00 "Cudi- Nuh'un Gemisinin İzinde" Romanının Yazılış Serüveni
06:30 "Şeyh ve Kilise" Kitabının Yazılış Serüveni
16:00 Cudi Dağı İle İskender Paşa Camii Arasında Nasıl Bir Bağlantı Vardır?
17:30 Cizreli Şeyh Seyda Hazretleri Kimdir?
20:15 Diyarbakır Ulu Camii ve Cizre Ulu Camii'nin Ortak Yönleri
23:15 Cizre'deki Kırmızı Medrese'nin Önemi Nedir?
32:00 Cizre'deki Şikeft-i Cüz Mağarası'nın Manevi Önemi
34:30 Cizre'deki Cebrail Kapısı'nın Tarihi Önemi
36:30 Sefine Festivali, Kültürel ve Dini Açıdan Ne İfade Eder?
43:00 "Cudi Dağı, Hz. Nuh'un ve Ümmetinin Sığınağıdır"
45:30 Hz. Nuh'un Gemisini Arayan Gencin Hikayesi

Kısas-ı Enbiya

Cevdet Paşa’nın ahir ömründe yazdığı bu kitabın tam adı: Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Bir nevi İslam tarihi de denilebilir.

Tanpınar’ın onun için söylediği şu sözler çok önemli: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya'da ve bilhassa da bu kitabın Peygamber'in hayatına ait olan kısmında nesrin kemal noktasına varmıştır. Türkçe'de Mevlid'den başka hiçbir kitap, bu kadar herkesin dilini konuşuyor hissini bırakmamaktadır.

ismailgulec.net