İki dilli Türk çocukları ve İkidillilik

İki dillilik (bilingualism) son yıllarda daha sık duymaya başladığımız bir kavram. Kabaca bir tanımla resmi dilin ana dil olmadığı ailelerde yetişen çocuklara iki dilli diyoruz.

İki dilli çocuklar ülkeler için bir zenginlik. Çocukların öğrenme kapasitesi yetişkinlere göre kat kat fazla. Uzmanların söylediklerine göre bir çocuk yaşadığı ortamda kaç dil konuşuluyorsa o dillerin hepsini öğrenebilir. ABD'de yaşayan ve bir Alman ile evli olan arkadaşımın iki çocuğunun ikisi de Almanca ve Türkçenin yanı sıra İngilizceyi ana dili imiş gibi konuşuyordu. Lisede bir dil, üniversitede bir başka dil öğrendiğinde en az beş dili bilen biri olacak. Ne büyük bir şans ve zenginlik o ülke için.

İki dilli eğitim konusunda dünyadaki uygulamalara bakıldığında kabaca altı grupta toplanıyor. Tek dil konuşulan ülkeler (İzlanda gibi), tek dil siyaseti güdenler (Türkiye, Fransa gibi) çoğunluğu dili baskın olmakla birlikte baskın dili daha iyi öğretmek için ana dil eğitimini (ikinci dil) araç olarak kullananlar (ABD gibi), çoğulcu olmadığı halde kurumsal düzeyde çok dilliği tanıyan (İsviçre ve Belçika gibi), iki resmi dile sahip ülkeler (Kanada gibi) ve eski Doğu Bloku ülkelerinde görülen çok dilliliği destekliyormuş gibi yapıp resmiyette ve gruplar arası iletişimde tek dili baskın kılan ülkeler.

Çok göç olan ve yurt dışında yaşayan milyonlarca vatandaşı olan bir ülke olarak iki dilli eğitim konusunda maalesef yeterince akademik çalışma yapılmadığı gibi uzman sayımız tüm ülkeyi toplasanız en iyimser tahminle onu geçmez. Üniversite sayısının 200'e yaklaştığını ve iki dillilik meselesinin ülkemiz için ne kadar önemli olduğunu göz önünde bulundurduğunuzda bu sayının çok çok az olduğunu söyleyebiliriz.

Ülkemizde üç grup iki dilli çocuk var.

İlki farklı etnik kökene sahip vatandaşlarımız. Başta Kürtçe olmak üzere Arapça, Gürcüce, Süryanice, Çerkezce, Abhazca, İbranice, Rumca, Ermenice, Boşnakça, Makedonca, Arnavutça, Laza ve burada bilmediğim için sayamadığım birçok dil daha. Bugün Türkiye'de Türkçeden önce anadilini öğrenen çok sayıda insan yaşıyor ve bunlar Türkçeyi okula gittikten sonra öğrendiler.

İkinci grup ise ülkemize farklı dönemlerde göç eden ailelerin çocukları. Son yıllarda başta Suriye, Irak, Yemen gibi savaştan kaçıp ülkemize sığınanlar ile daha iyi bir yaşam sürmek için Afganistan, Afrika ülkeleri, Türki cumhuriyetlerden ülkemize gelen ailelerin çocukları.

Üçüncü grup ise araştırmacıların "enrichment eğitim" adını verdikleri ülkemizin tuzu kuru kesimlerinin çocuklarının yabancı dili daha iyi öğrenmeleri için küçük yaşlarından itibaren önce tuttukları dadı, sonra gönderdikleri okullarda aynı anda iki dili öğretmeye çalışan zengin ve durumu iyi ailelerin çocukları.

İlk grup çocukları ihmal ettik. Konu doğrudan siyaset ve politikanın alanına girdiği için ülkemizde uzun yıllar güvenlik sorunu olarak değerlendirildi ve görünmezden gelindi. Ancak günümüzde artık bir sorun olarak karşımızda duruyor ve görmezden gelinecek durumu çoktan aştık. Bu konuda birtakım adımlar atıldı, sanırım küçük birkaç adım ile mesele rayına oturabilir.

İkinci gruptakiler arasında özellikle Irak ve Suriye'den gelen çocuklara eğitim konusunu başarabildik. Nedense MEB'in bu konudaki başarısı pek gündeme gelmedi ve yeterince takdir edilmedi. Bence ilgilileri tebrik etmeliyiz. Büyük bir sorun olmadan bugün Avrupa ülkelerinin büyük bir kısmı birkaç bin göçmenle krize girerken onlar milyonlarca çocuğun okul meselesini sessizce hallettiler. Bugün çocuklar artık ailelerine tercümanlık yapıyorlar. Bence bu büyük bir başarı. Ancak bu konuda eksik olan kısım çocukların Arapça eğitimleri konusunda bir şey yapılmaması ve gündeme alınmaması. O konuda da bir şeyler yapılmazsa avantajlı durum dezavantaja dönüşebilir.

Korkarım ki Suriye ve Irak'tan gelenler son göçmen dalgası olmayacak. Şu günlerde bölgemizdeki gerginliği düşündüğümüzde çok uzak olmayan gelecekte farklı ülkelerden yeni göç dalgalarına hazırlıklı olmamız gerekiyor. Olası bir İran-ABD savaşında milyonlarca İranlının ülkemize sığınacağını görmek için uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya gerek. Aynı şekilde kuzey doğuda Gürcistan ve Ermenistan'dan da benzer durumda göç alacağız. Hatta bugün biraz gerçekleşmesi zor bir ihtimal olarak görülebilir ama Avrupa'da olası bir savaş sonrası ilk akla gelen ülke Türkiye olacak. Ukrayna ile Rusya arasındaki gerilim savaşa döndüğünde Ukraynalıların kaçacakları ülkeler arasında da Türkiye geliyor.

Yeri gelmişken kimileri için savaştan kaçanların sığınacakları ülke olarak akla Türkiye'nin gelmesi korkutucu gelebilir ama ben bunun ülkem adına gurur verici bulduğumu söylemeliyim.

Yurt dışındaki iki dilli Türk çocukları

Şu ana kadar anlattıklarımız ülkemizin içinde bulunduğu fiili durum idi. Bir de yurt dışındaki iki dilli Türk çocuklar meselesi var. Bunları da iki grupta toplayabiliriz. İlki Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ile bir başka ülkede yaşamak zorunda kalan Türkler, özellikle Batı Trakya ve Doğu Rumeli'dekiler. İkincisi ise 1960'larda işgücü kaynağı olarak Batı Avrupa'ya giden ve orada kalan ailelerin çocukları.

Ben farklı zamanlarda yaptığım seyahatlerde her iki grubun da bu konudaki ihtiyaçlarına şahit oldum.

Batı Trakya'ya yaptığım seyahatlerin birinde misafiri olduğum evin küçük çocuğunun tarihe ve coğrafyaya ne kadar meraklı olduğunu görmüş ve hayran kalmıştım. Babası çocuğuna okutacağı kitap konusunda çektiği sıkıntılardan bahsetmişti. Düşünsenize o bölgeden gelmiş milyonlarca insan olmasına rağmen sistemli ve kurumsal hizmet veren bir kurumumuz ve sistemimiz yok. O çocuk karşısında kendimi suçlu hissettiğimi ve mahcup olduğumu söylemeliyim.

Bir araştırma bursuyla gittiğim Leiden Ünviersitesi'nde bulunduğum esnada Hollanda'daki Türkleri yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Oradaki insanlarımızın çocuklarına Türkçe öğretmek için nasıl çırpındıklarını görünce çok üzülmüş ve onlar için bir şeyler yapmam gerektiğini düşünmüştüm ve bu konuda özellikle meseleyi benim gibi dert edinen Doç. Dr. Bekir İnce'ye açmış ve konu ile ilgili çalışmalara çalıştay yaparak başlamıştık. Daha sonra Sakarya Üniversitesi'nde iken YTB'nin desteği ve rektörümüzün yolumuzu açması ile, Alpaslan Okur ve bölümdeki diğer arkadaşlarla birlikte Hollanda ve İngiltere'de iki dilli öğretmen yetiştirme seminerleri düzenlemiş mesleği öğretmenlik olmadığı halde çocuklara Türkçe öğreten yüzlerce kişiye bir haftalık seminer programı düzenlemiştik.

Ama bu seminerler geçici çözümdü ve kalıcı bir şeyler yapmalıydık. İlki öğretmen yetiştirmeyi kurumsallaştırmak, ikincisi de iki dillilik esaslarına uygun kitaplar hazırlamak. Bu konuda da girişimlerimiz oldu ancak muvaffak olduğumu söyleyemeyeceğim maalesef.

Fi tarihte, özellikle Avrupa'da yaşayan Türk çocuklarına öğretmen yetiştirmek için iki dillilik uzmanı yetiştirmeyi amaçlayan yüksek lisans programı dosyası hazırlamıştık. Öğrencileri de iki dilli öğretmen adayları arasından alacaktık. Çünkü uzmanlar iki dilli çocukların öğretmenlerinin iki dilli olmalarının benzer sorunları yaşamış ve çözmüş biri olarak çok büyük katkılarının olduğunu söylüyorlardı. Ancak meselenin ülkemiz için önemini idrakten mahrum bir takım karar vericilerin yeni bir alan açmak yerine bunu "Yabancılara Türkçe Eğitimi" yapın, şeklinde cevap vermeleri ve kabul etmemeleri üzerine vaz geçmiştik. Üstelik bu kararı verenler ülkelerini çok seviyorlardı ve diaspora Türkleri için mutlaka bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorlardı. Ama böyle genel düşünen herkes gibi kafalarında bir proje olmadığı gibi yapılacak işleri de anlamıyorlar, meselenin ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlardı. YTB'nin desteği ve isteğiyle YÖK beş üniversitede Avrupalı Türk Çocuklarına Türkçe Öğretimi başlıklı yüksek lisans programı açtı. Açılan üniversitelerde bu konuda çalışan uzmanların olmaması ve talebin yukarıdan gelmesi arzu edilen verimi sağlayamadı. Ancak bu da bir başlangıç ve olmamasından çok daha iyi.

Ve bugün Batı Avrupa'da hızla yayılan MEB'in öğretmenlerine karşı gösterilen tepki ve Türkiye'den öğretmen gönderilmemesine yönelik zorlaştırıcı ve engelleyici uygulamalar. Bu da hem hükümetler düzeyinde hem de STK'ları destekleyerek aşılabilecek bir durum.

İkinci husus kitap meselesi. Aklınıza hemen Türkiye'de basılı çocuk kitaplarını göndermek gelebilir. Zaten çoğu kimse de bunu yapmış, yapıyor. Ama bu kitaplar o çocukların ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli değil maalesef. Ana dil eğitimi alan çocuklar için yazılan kitaplar yurt dışında yaşayan çocuklar için uygun olmuyor ve farklı bir dil ve yöntemle, iki dillilik esaslarına göre hazırlanması gerekiyor.

Yurt dışında yaşayan Türk çocukları için bir şeyler yapma arzusu ve gayreti tüm ilgililerde var ancak her kurum kendince bir şey yapıyor ve o kadar imkan ve enerji maalesef heba oluyor.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

İslam Medeniyeti Havzalarında Tarih ve Tarihçilik

Medeniyet Havzalarında Tarih ve Tarihçilik

06:00 İslam Medeniyet Havzalarının Tarih Havzası

08:00 Tarih Boyunca Kurulan Medeniyetler

17:00 İslam ve Modern Tarih Yazımını Ayıran Unsurlar Nelerdir?

18:40 İslam Medeniyetinde Ne Tür Tarih Kitapları Kaleme Alınmıştır?

20:30 Medeniyet Havzalarında Ortaya Konan Müşterek Eserler

23:45 Medeniyet Havzalarını Belirlemekteki Ölçüt Nedir?

46:00 Medeniyet Havzalarında Tarih ve Tarihçilik

Hz. Musa yaşadı mı?
Kur'an ve Tevrat'a göre Hz. Musa

Prof. Dr. Hakan Olgun, Mısır efsanelerine göre Hz. Musa ile ilgili anlatılan kıssaların doğruluğunu tartışıyor. Horus başta olmak üzere Mısır mitolojinin temel figürleri üzerinde duruyor.

05:00 Mısır mitolojisi bağlamında Hz. Musa

12:00 Kur'an kıssalarının mahiyeti

42:00 Mısır'ın politik ideolojisi

46:00 Kadim Mısır'ın Ma'at doktrini'nin toplum üzerindeki etkisi

51:00 İbranilerin Mısır'daki tarihsel varlığı

58:00 Kur'an ve Tevrat'ta Hz. Musa

01:25:00 Hz. Musa ve Çoban kıssası

ismailgulec.net