Söze değil öze bakın

Bir grup arkadaş ile birlikte seyahate çıkmıştık. Sabah namazı vakti Edirne Selimiye Camiine denk geldi. Cemaati bekleyecek vaktimiz yoktu. İçimizde sesi ve tilaveti düzgün bir arkadaşımız imamlık yaptı, bir başka arkadaşımız da müezzinlik. Cemaat olup namaz kıldık.

İmamlık yapan arkadaşımız mihraba geçmedi, teeddüpten iki adım arkada durdu. Bizler de imamın arkasında safa durduk. Camie gelenler de cemaati görünce safa dizildiler ve namazı kıldık. Allah kabul etsin.

Bunları anlatmamı, eee, ne var bunda, bize sabah namazına gittiğini mi söylüyorsun, ayıp olmuyor mu diyerek bana yakıştırmayanlarınız olabilir. Haklılar, bir şey diyemem. Ancak benim anlatmak istediğim bu değildi. Ben namaz esnasında cereyan eden bir hadiseyi paylaşmak istiyordum. Sözlerim tam olarak anlaşılsın diye olayın geçtiği ortamı ve vakti anlattım önce.

Birileri, o zaman fazla uzatma da ne söyleyeceksen söyle diye çıkışmadan hemen konuya gireyim.

Demiştim ya imamlık yapan arkadaşımız teeddübünden mihraba geçmeyip iki adım geri durdu diye. Bir amcamız geldi, imamın bir adım önünde, camideki ilk safın çizgisinde namaza durdu ve imama uydu. Fakat o an nasıl bir ruh hali içindeyse imama pek dikkat etmedi. Muhtemelen cemaat olduğuna göre imam da mihraptadır diye düşündü alışkanlıkla her zamanki gibi namaza durdu. Huşu içinde de namazını kıldı.

Namazdan sonra bir tartışma başladı. Adamın namazı kabul olur mu, uyarılsa mı idi, imam efendi neden uyarmadı? Bu ve bunun gibi sorular biteviye soruldu ve adama söylenmedik laf bırakılmadı.

Köşede sessizce duran bir hocamız herkesin dikkatini çekti. İçimizden biri ona döndü ve:

- Hocam, siz bu konuda ne buyurursunuz? Malum cemaatle kılınan namazda imamın en az bir adım arkasında durmak gerekiyor. Bu amcamız ise bir adım önünde kıldı. Amcamızın namazı kabul olunur mu? İmam efendi uyarmalı mı idi?

Hocamız bu soruya çok kısa bir cevap verdi.

- Mesnevi'deki Çoban ile Musa hikayesini okuyun.

Mesnevi'deki hikaye deyince bir kısım arkadaşlar bana döndü. Ben de bir yandan tartışmaları dinlerken bir yandan da Selimiye cami önünde fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşmaya çalışıyordum. Tartışmaya dahil olmamak için kendimi meşgul ediyordum. Lafın dönüp dolaşıp bana geleceğini bilemedim.

Anlamadım falan diyecek oldum. İçlerinden biri izah etti.

- Yahu sen Mesnevi üzerine çalışmadın mı? Hocanın dediği şu hikâyeyi bize anlat da cevabı neymiş öğrenelim.

Kapris yapmayı beceremem, nazlanamam da. Peki dedim ve anlatmaya başladım:

Musa ile Çoban Hikayesi

Hz. Musa bir gün kendi kendine ibadet eden bir çobana rastlar. Ancak çoban farklı şekilde dua etmektedir Allah'a.

- Tanrım, çarığını dikeyim, saçını tarayayım, elbiseni yıkayayım, sana süt ikram edeyim, ellerini öpeyim, ayaklarını yıkayayım. Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün şarkılarımı senin için söyleyeyim diye dua eden çobanı dinleyen Hz. Musa hemen çobana çıkışır.

- Behey şaşkın, sen kime dua ediyorsun?

- Bizi yaratan Tanrı'ya.

- Vah vah yazıklar olsun sana. Daha Müslüman olmadan kafir oldun. Bu ne saçma söz, bu ne küfür. Ağzına pamuk tıka. Küfrünün pis kokusu dünyayı sardı. Çarık, dolak ancak sana yakışır. Sütünü sen iç, keçini sen ye. Tanrı'nın her şeye kadir olduğunu ve hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını bilmiyor musun?

Hz. Musa böyle çıkışınca çoban bir ah çeker, gömleğini yırtar ve Hz. Musa'ya dönerek;

- Ağzımı bağladın, pişmanlıktan canımı yaktın.

Diyerek başını alır çöle doğru gider. Çok geçmeden Hz. Musa'ya bir vahiy gelir.

- Ey Musa! Kulumuzu bizden ayırdın. Sen kavuşturmaya mı geldin, yoksa ayırmaya mı? Ben herkese bir huy, herkese bir çeşit ıstılah verdim. Ona özgü olan söz sana yergidir. Yani onar göre bal, sana göre zehirdir. Gönül huşu içindeyse o gönüle bakarız, sözlerine değil.

Hikâye bitince herkes önce hikâyeyi okuyun diyen hocaya sonra da adamı uyarırdım diyen arkadaşa baktı.

Arkadaşımız hâlâ adamı uyarmadınız diye söylenip duruyordu. Ama artık kimse dönüp ona cevap vermedi ve tartışmadı.

Olan bu arada bana oldu. Doğru dürüst fotoğraf çekilip paylaşamadım.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Orhan Camileri ve Özellikleri

Neden Orhan Camileri? Osman veya Beyazıt, Murat vs değil?
Orhan camilerini nerelerde görüyoruz?
Bu camilerin kaç aded olduğunu konusunda elimizde bilgi var mı? Kaçı günümüze ulaştı?
Orhan camilerinin müşterek özelliği nedir?
Orhan dönemine mahsus başka nelerden bahsedilebilir?
Bu camileri yapan ustalar Türk müydü?
Bu camiler daha sonra yapılacak Süleymaniye cami formuna giden cami mimarisi içindeki etkisi oldu mu?
Orhan camileri arasında kiliseden çevrilen var mıydı?
Çandı adı verilen sistem nedir?
Orhan camilerinin resterasyonu konusunda problemler yaşandı mı?
Orhan cami ile Cuma cami arasındaki ilişki verir?
Orhan camilerinin büyüklükleri arasında ciddi fark var mı?
Yıkılıp yeniden yapılanlar var mı?
Bugün köy camileri mimarisi için örnek olabilir mi?
Orhan camilerinin Cuma namazı kılınması dışında bir işlevi daha var mıydı?

Bir vaaz ve nasihat kitabı: Tenbihü'l Gafilin

Tenbihü’l-Gâfilîn vaaz ve nasihat kitabıdır. Maverâünnehir bölgesinde yaşayan ve Türk olması kuvvetle muhtemel olan Ebü’l-Leys, fakihliği ile öne çıkan ancak temel İslam ilimlerinin hemen her alanında eser vermiş velut bir âlimdir. Ehl-i sünnetten, Hanefi fıkhının en önemli ve öncü isimlerinden bir fakih, müfessir, mütekellim/kelamcı ve aynı zamanda bir sufidir. Semerkant ve Belh’te müderrislik yaptığı, ahlak ve irşada dair konularda vaazlar verdiği de eserlerinin üslubundan anlaşılmaktadır.

Ebü’l-Leys’in eserleri, üslubunun akıcılığı, dilinin sadeliği ve tasnifteki başarısı ile dikkat çeker. Halkın seviyesine inerek anlaşılması zor olan meselelerin daha kolay öğrenilmesini sağlar. Sadece ders vermekle meşgul olmamış halkın da eğitimine önem vermiş bir alim. Kitaplarını ayet ve hadise dayandıran Ebu’l-Leys halkın içinde olmasa böyle bir kitap da yazamazdı. Bu yüzden eserleri Endülüs’ten Endonezya’ya kadar yayıldı ve asırlar boyunca İslâm dünyasının birçok bölgesinde Müslüman toplumların İslâm anlayışlarını ve dinî hayatlarını derinden etkiledi.

ismailgulec.net