Sülaymaniye’nin dibine bina dikmek

Birkaç günden beri sosyal medya bir tweet ile çalkalanıyor. Mimar Sinan’ın yaptırdığı Süleymaniye Camii’nin dibine İlim Yayma Vakfı’nın bina diktiği ve caminin önünü kapattığına dair fotoğraf ve yazılar, bu fotoğraf üzerinden İlim Yayma Vakfı’nı, hükümeti ve Müslümanları aşağılamalar, hakaretler, küçük görmeler ve burada zikredemeyeceğim bir sürü bühtanlar. Hatta hakaret ve laf çakma neredeyse yarışa döndü.

Birçoğunu tanıdığım adı sanı belli kişilerin de aynı iddiaları tekrar ederek bu milletin değerleri ile araları pek iyi olmayanların değirmenlerine su taşıdıklarını görünce de çok üzülüyorum. Süleymaniye’nin, Fatih’in etrafını derleyip toparlayan, depo veya imalathane olarak kullanılan eski medrese sofalarını, hücrelerini önce boşaltıp sonra restore eden ve yıkılmaktan kurtaranlara bir teşekkürü esirgeyenler bugün ecdadın eserlerine saygı duyulmuyor diye yeri göğü inletiyor, söylemedik laf bırakmıyorlar.

Her şeyden önce şunu ifade etmeliyim. Şehrin tarihi dokusunun bozulmasına gösterilen tepkiyi çok değerli ve anlamlı buluyorum. Bu bir şehrin korunması için çok önemli. Ama İlim Yayma Vakfı binasına yapılan eleştirileri iki nedenden dolayı samimi bulmuyorum:

1. Süleymaniye’de çirkinlikte birinciliği birbirlerine bırakmayacak yüzlerce bina varken şehrin tarihi dokusunu bozma eleştirisinin bu Müslümanlar şehri mahvediyor noktasına getirilmesi.

2. Binayı, İlim Yayma Vakfı yaptırıyor diye dindarlara dayak atılması.

Sosyal medyada fotoğrafı görünce ben de çok üzüldüm. Ancak daha önce sayısız örneğini gördüğüm için gerçeğin çok daha farklı olabileceğini düşünerek sustum ve işin aslını öğrenmeden yazmak konuşmak istemedim.

Dün (3 Şubat 2022, Perşembe), işi gücü bıraktım, yağan karla karışık yağmura rağmen yürüyerek Cağaloğlu’ndan Süleymaniye’ye gittim ve camiin Haliç’e bakan bahçesinden manzaraya baktım. Tabi oradan bakınca özellikle boğaza bakan tarafta manzarayı kesen birçok çirkin binanın olduğunu gördüm ve üzüldüm. Sonra tartışma konusu olan inşaat tarafına baktım ve yanındaki inşaat ile birlikte özellikle çatı-tarasın manzarayı kısmen etkilediğini gördüm. Ancak Süleymaniye’nin manzarasını etkileyen tek bina o değildi ve iddia edildiği gibi Süleymaniye’yi de kapatmıyordu.

İnşaatın, çevresindeki binalardan yüksek olup olmadığını anlamak ve daha yakından görmek için bulunduğu sokağa gittim. Bir kere inşaat Süleymaniye’nin dibinde değil, iki sokak altında. Arada medreseler ve bir sokak var. Süleymaniye’nin duvarlarının iki sokak altında. Sokağa girdiğimde inşaatı ve yanındaki binayı görecek bir noktaya geçtim ve kat sayısının yanındaki ve karşısındaki binalarla aynı olduğunu, hatta inşaatın bitişiğindeki binanın bir miktar altında olduğunu gördüm.

Bunlarla da yetinmedim ve aynı istikametten sahile indim. Sahile inerken gördüğüm çirkin ve yüksek binalardan hiç bahsetmeyeyim. Yolun karşısına geçtim ve Süleymaniye’ye baktım. İnanın Süleymaniye’nin sadece minareleri görünüyordu ve söz konusu bina ise hiç görünmüyordu.

Çocukluğumdan beri Süleymaniye’yi bilirim, gezip dolaşmadığım sokağı kalmamıştır. Rahmetli babamın Süleymaniye’de bir handa atölyesi vardı ve beni de cumartesi günleri götürürdü. Daha sonra öğrenci olarak İstanbul Üniversitesi’ne girdim. Mezun olduktan sonra da on yıl asistanlık yaptım. Süleymaniye ve çevresinde idim hep.

Bana göre, Türkiye’nin en çirkin bina stoku Süleymaniye ve çevresindedir. Belki başka yerlerde de böyle çirkin binalar vardır ama bunların çirkinliği örttükleri güzellikten dolayı iki kat fazla. Eskiden imalathaneler, matbaalar, atölyelerin olduğu hanlar vardı. Sonra zaman içinde imalat yapılan iş yerleri kendileri için inşa edilen sitelere gittiler. Bu süre zarfında yanan-yıkılan konaklar, ahşap evler oldu. Mahalle mescitlerinin avlusu, çeşmelerin önü veya üstü, sibyan mektepleri, kimi taş binalar da ya harap veya bir dükkânın parçası idi. Zamanında satılan vakıf mallar ancak üç-beş sene önce alınabildi aslına uygun hale getirilmeye çalışıldı, çalışılıyor.

Hâl böyle iken, sahibinin vasiyeti ile çirkin bir iş hanını yıkıp şehrin dokusuna uygun bir mimari ile öğrenci yurdu yaptıran bir vakfa inançlarından olayı hakaret edilmesine gönlüm razı olmadı. Eski çirkin binadan 1.5 metre daha alçak olduğu söylenen, sokağa eski havasını katacak bir mimari üslupla yeniden inşa edilen bir binayı eleştirmeyi çok iyi niyetli bulmuyorum.

Keşke o çirkin binaların hepsi yıkılsa ve yerine, mevcut yüksekliklerinden 1.5 metre daha alçak binalar yapılsa. İnanın Süleymaniye o zaman tarihi dokuya çok daha fazla benzer.

Binadan yola çıkarak İlim Yayma Vakfı’nın para için yaptığını söyleyenler de oldu. Sizin amacınız daha çok para kazanmak olsa idi iş hanı olarak her ayın başında tıkır tıkır kiraları almak varken burslu veya diğer özel yurtlara göre çok daha hesaplı bir öğrenci yurdu yapar mısınız?

Buraya kadar meselenin bir yönünü anlatmaya çalıştım. Meselenin bir diğer yönü de var. Türkiye’de inşaatların temel sorunu yapılmadan önce verilen mimari plan ve proje ile yapıldıktan sonraki hali arasında farklar oluşu. Bizzat şahit olduğum için biliyorum. Yasalara göre suç olduğu halde kotu iki metre yükselten, üç metre olması gereken duvarı altı metre yapan, sınıra en fazla beş metre yakın ev yapabilecek iken bir metreye kadar uzatan, asansör kulesi diye çatı katı yapılan evler ve buna göz yuman belediyeler yok mu? Eğer bu inşaatta da alınan ruhsata aykırı bir işlem yapılmış ise müdahale edilmesi ve ruhsata aykırı kısımların yıkılmasına itirazımız olmadığı gibi yapılmadığı takdirde hep birlikte sesimizi yükseltelim. Yasalara göre Süleymaniye yakınlarında yapılmaması gereken bir inşaata yapım izni veren Anıtlar Kurulu üyelerini de eleştirelim, hatta usulsüz bir şekilde izin verdilerse istifalarını isteyelim. Ama herkesin yaptığı ve yapmaya devam ettiği ve kendilerine verilen ruhsat ve izne göre yapılan inşaatları acımasızca eleştirmenin bir anlamı yok.

Hayatım boyunca İlim Yayma Vakfı’nın kapısından geçmedim, yurtlarında kalmadım, burs almadım. Yönetiminden de kimseyi tanımam. Bir çıkar ilişkim de yok bir beklentim de. İki şeye itiraz ediyorum: Gerçekliğinden emin olmadığımız bir görsel üzerinden yüzbinlerce gencin tahsil hayatına katkıda bulunmuş, zor zamanlarında yanında durmuş bir vakfın haketmediği hakaretlere uğramasına, ikincisi de vakfın kimliği üzerine mütedeyyin kesimlerin dövülmesine.

Halimizin, yalancı çoban hikayesine dönmesinden korkuyorum. Bir gün gerçekten çok kötü bir şey olacak ve biz ona da inanmayacağız.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Klasik Türk musikisi nereye gidiyor?

02:00 Türk Musikisi Nereye Gidiyor?
06:15 Yüzünü Kaybeden Musiki
13:00 Klasik Türk Musikisi'nin Tarih Boyunca Geçirdiği Değişim ve Dönüşümler
14:00 Notasız Bir Musiki Asırlar Boyunca Nasıl Devam Edebilir?
16:00 Klasik Meşk Usulü Nasıl İcra Ediliyordu?
20:30 Notasız Bir Musiki Asırlar Boyunca Nasıl Devam Edebilir?
23:30 Ünlü Bestelere ve Bestekarlara Dair Hikayeler
27:30 Türk Musikisinde Yeni Bir Makam Bulmak Mümkün mü?
35:00 Türk Musikisi Nereye Gidiyor?
40:30 Klasik Türk Musiki Tarihinden Bestekarlara Dair Hikayeler

Neşet Ertaş'ı Türkülerinden Tanımak!

Neşet Ertaş'ın Yaşamı Boyunca Sırtını Yasladığı "Gönül Dağı"
"İsim Sorunu, Bir Cisim Sorunudur"
Sazını Ve Sözünü Kendine Yoldaş Edinen Neşet Ertaş'ın Dünyası
Türküleriyle Anadolu'nun Hüzünlü Ve Neşeli Sesini Dünyaya Duyuran: Neşet Ertaş
Osmanlı Batılaşması Musikiyi Nasıl Etkiledi?
Neşet Ertaş'ın Gönlünde Neler Saklıdır?
"Neşet Ertaş, Hikmet Ehli Bir Şahsiyettir"
"Musiki, Şükrün İfadesidir"
"Zahide" Türküsünün Hikayesi
Bir Çilenin Terennümü: Neşet Ertaş'ın Gurbet Türküleri

ismailgulec.net