Zincir kâr eylemez bizlere sûfî

Kalecik, Ankara’nın güneydoğusunda, Çankırı yolu üzerinde küçük bir ilçe. Küçük ama oldukça tarihi ve görülmesi gereken bir yer olduğunu ilave etmeliyim.

Hayrettin İvgin ve Ali Esat Bozyiğit’in hazırladığı kitapçıktan öğrendiğimize göre Bektaşî geleneği şairlerinden olan Mirâtî Kalecik’in yetiştirdiği en meşhur isim. Bir halk şairi ve âşığı olan Mir’âtî’nin doğum ve ölüm tarihleri hakkında bilgimiz yok, sadece 19. asrın ikinci yarısında yaşadığını biliyoruz. Kırşehir Hacı Bektaş Dergahı postnişinlerinden Türâbî Ali Baba’dan (ö.1868) el alan Mir’âtî’nin babası da bir saz şairi.

Mir’âtî, henüz bir medrese talebesi iken saza merak salar ve bu merakı onun tahsiline mal olur. Şeyh Vasfî Tekkesi’ne dervişi olur. Burada sazını ilerletir ve şeyhi ona Mir’âtî mahlasını verir. Hayatının sonuna kadar gerçek bir âşık olarak sazıyla diyar diyar gezer. Mir’âtî ömrünün son yıllarını İstanbul’da Tavukpazarı aşıklar kahvehanesinde geçirir ve burada vefat eder.

Cönklerde ve mecmualarda şiirleri yer alan Mir’âtî döneminde takdir edilen bir âşıktır. Aruzla şiirleri olan nâdir halk şairlerindendir.

Mir’âtî’nin babası da âşık ve ozan olduğuna göre üzerinde onun da etkisi olması gerekiyor. Medreseye gönderilmesi ise babasının oğlunun kendisi gibi bir âşık olmasının istememesinden olsa gerek. Ancak herkes gibi Mir’âtî de kaderinden kaçamaz. Evlendiğine ve çocuk sahibi olduğuna dair bilgimiz yok. Onun Kırşehir’de dedebaba makamına oturduğuna dair bilgiler de var ancak doğru olmasa gerek. Muhtemelen dergahta Turabî Ali Baba’nın yanında bir müddet kalması kastedilmiş olmalı.

Destanlarıyla meşhur Mir’âtî, Bektaşî şairleri arasında adını yazdıracak kadar nefesleri olan bir âşık. Onun cemlerde de okunan bir nefesini açıklamaya çalışalım.

Zincir kâr eylemez bizlere sûfi
Bin cân ile bir cânâna bağlıyız
Anlayıp bilmişiz emr-i ma’rûfu
Ol bâki-i âdil hâna bağlıyız

Lâ- mekândan fî-mekâna gelmişiz
Her bir sıfât ile mukîm olmuşuz
Nokta-i sır kâf u nûnu bilmişiz
“Küllü men aleyhâ fân” a bağlıyız

Seçmedik yârımız ağyârımızdan
Kimse vâkıf değil esrârımızdan
Dönmedik Mir’atî ikrârımızdan
Hâcı Bektâş Pîr Sultân’a bağlıyız

Üç dörtlükten oluşan nefes 6+5=11’li hece ölçüsüyle yazılmış. Kafiye düzeni abab, cccb ve dddb olup ilk iki dörtlük tam, üçüncü dörtlük zengin kafiyeli. Hem kullandığı kelime kadrosu hem de üslup bakımından Divan şairinin söyleyişine yaklaşan halk şairlerindendir.

Mir’âtî nefesine sufiye seslenerek başlar. Sufi dediği kimse ile ham sofular kastedilir. Sofu şiirimizde yaptığı ibadetin anlamını bilmeyen ve zevk almadan kendisine söylenenleri tekrar edenler için kullanılan bir sıfattır. Ayrıca girdiği tarikatin hakikatini anlamayıp papağan gibi taklitin ötesine geçmeyen dervişler de kastedilir.

Zincir teşbih unsuru olup hakiki anlamında kullanılmaz. Bağlanma derecesini gösterir. Zincir halkalardan oluşur. Bin can, bin halkadan oluşan kuvvetli bir manevi zinciri çağrıştıracak şekilde kullanılmıştır. Bağlanmak tarikat söz konusu olduğunda intisap etmek anlamına gelir. Bir tarikata bağlanmanın nasıl olması gerektiğini söyleyen Mir’âtî muhatabına kendisini ve tarikatını anlatır gibidir.

Bin can ile maksat gönülden bağlanmaktır. Bin canı olsa yoluna ve uğruna verecek şekilde bağlı olduğunu, bunu da harici nedenlerle değil, bile isteye, can u gönülden yaptığını ifade eder. Cânân ise burada şeyhi, bağlı olduğu yolun pirleri, ehl-i beyt, Hz. Ali ve Hz. Muhammed’dir. Yolu kuranlar kastedilir.

Emr-i ma’ruf emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker sözünün kısaltması olup iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek için gösterilen gayretleri tarif eden dinî, ahlâkî ve tasavvufî bir tabirdir. Kullanıldığı yere göre anlamı değişmekle birlikte bir Bektaşî dervişi için emr-i maruf tarikatının yüklemiş olduğu vazifeler ve doğruyu söylemektir. Ol bâkî-i âdil Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Hacı Bektaş kastedilmiş olup adaletlerinin kıyamate kadar kalıcı olduğu ifade edilmiştir. Hân sultan manasında olup Bektaşî yolunun piri Hz. Ali ve Hacı Bektaş kastedilir. Şairin şeyhi Turabî Ali Baba’yı kastetmiş olması da ihtimal dahilindedir.

İkinci dörtlüğe şair bağlı olduğu yolun ve çıktığı yolculuğun ne olduğunu anlatarak başlar. Lâ-mekân taayyünsüzlük alemidir. Âlem yaratılmadan önceki zaman kastedilir. Fî-mekân ise varlık alemidir, bu dünyadır. Sıfat ile maksat Allah’ın güzel isimleri ile Hz. Peygamber’in sıfatlarıdır. Her bir sıfat ile mukim olmak, her bir dervişin üzerinde baskın bir sıfat olduğu ve sıfatla var olur, adı bilinir. Bu sıfatların sayısı sonsuzdur. Kaf ve nun kün/ol emr-i İlâhî’sinin harfleridir. Sır olan nokta ise Hz. Ali’nin “Ben benin altındaki noktayım.” Dediği noktadır. Tarikatta marifet bu noktanın anlamını bilmektir. Kün ile sınırsız olan sıfatların her an yaratılmasına işaret edilir.

Küllü men aleyhâ fân Rahman suresinin 26. ayeti olup iktibas edilmiştir. “Yer üzerinde bulunan her şey fânidir.” Anlamına gelen ayette bu dünyada mevcut olan her şeyin bir sonu olduğuna vurgu yapılır. 27. ayette bâkî olanın yani sonu olmayan şeyin azamet ve kerem sahibi Allah’ın zâtı olduğu ifade edilir. Dolayısıyla arzu edilmesi gereken varlık fânî olan değil, bâkî olan olmalıdır. Şair tüm varlıklar gibi kendisinin de fanî olduğunu, vakti geldiğinde bu alemden göçeceği gerçeğine işaret eder.

Son dörtlükte geçici olan dünya hayatını nasıl geçirdiğini anlatır. Onun nazarında tanıdığı da tanımadığı da birdir. Yunus’un;

Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Halka müderris olsa hakikatte âsîdür

Dediği makamdır. Dostu düşmanı, hasımı hısımı bir görmek kemâlat ölçüsüdür ve hakikat makamına gelmeyenlerin yapacağı şeyler değildir. Sırlarımıza kimse vakıf değil derken hakikat makamının sırları kastedilir ve sıradan insanların dost ile düşmanın nasıl bir görüldüğünü anlamasının zorluğundan bahsedilir. Burada sırlar ile maksat erişilen hâl ve makamlardır. Bunlar söylenilse bile anlaşılmayacak hakikatlerdir ve ancak tadanların bileceği hâllerdir. Sır olmaklığı bu sebeptendir.

Şair Bektaşî olurken Turabî Ali Baba önünde ettiği yemine bağlılığını bir kez daha yineler. Tarikate girilirlen bir söz verilir ve yemin edilir. Bu söz yere düşürülmez, yemin kırılmaz. Sözünden dönen ise düşkün olur ve kovulur, uzaklaştırılır. Hacı Bektaş Pir Sultan’a bağlı olması Bektaşîlik yoluna bağlı olması demektir.

Şüphesiz Bektaşilik bilgisi üç dörtlükte anlatılabilecek kadar az değildir. Mir’âtî bu üç dörtlükte birtakım anahtar kelimelerle yola bağlanmanın nasıl olması gerektiğini anlatır. Nefesin temel kafiyesi bağlıyız olup sadakati anlatır. Bu öyle bir bağlılıktır ki dünyanın en kalın zincirlerinden bile daha kuvvetlidir.

Hepimiz faniyiz. Bâkî olan O’dur. Bu dünyada yapılması gereken şey bir adil sultan bulup ona bağlanmak, onun öğrettikleriyle hem dünyay gelmeden önce ezel bezminde hem de dünyaya geldikten sonra tarikata girmeden önce verdiğimiz söze sadık kalarak iyilik peşinde koşup kötülükten sakınmaktır. Mir’âtî’nin anlattığı Bektaşilik budur.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Orhan Camileri ve Özellikleri

Neden Orhan Camileri? Osman veya Beyazıt, Murat vs değil?
Orhan camilerini nerelerde görüyoruz?
Bu camilerin kaç aded olduğunu konusunda elimizde bilgi var mı? Kaçı günümüze ulaştı?
Orhan camilerinin müşterek özelliği nedir?
Orhan dönemine mahsus başka nelerden bahsedilebilir?
Bu camileri yapan ustalar Türk müydü?
Bu camiler daha sonra yapılacak Süleymaniye cami formuna giden cami mimarisi içindeki etkisi oldu mu?
Orhan camileri arasında kiliseden çevrilen var mıydı?
Çandı adı verilen sistem nedir?
Orhan camilerinin resterasyonu konusunda problemler yaşandı mı?
Orhan cami ile Cuma cami arasındaki ilişki verir?
Orhan camilerinin büyüklükleri arasında ciddi fark var mı?
Yıkılıp yeniden yapılanlar var mı?
Bugün köy camileri mimarisi için örnek olabilir mi?
Orhan camilerinin Cuma namazı kılınması dışında bir işlevi daha var mıydı?

Bir vaaz ve nasihat kitabı: Tenbihü'l Gafilin

Tenbihü’l-Gâfilîn vaaz ve nasihat kitabıdır. Maverâünnehir bölgesinde yaşayan ve Türk olması kuvvetle muhtemel olan Ebü’l-Leys, fakihliği ile öne çıkan ancak temel İslam ilimlerinin hemen her alanında eser vermiş velut bir âlimdir. Ehl-i sünnetten, Hanefi fıkhının en önemli ve öncü isimlerinden bir fakih, müfessir, mütekellim/kelamcı ve aynı zamanda bir sufidir. Semerkant ve Belh’te müderrislik yaptığı, ahlak ve irşada dair konularda vaazlar verdiği de eserlerinin üslubundan anlaşılmaktadır.

Ebü’l-Leys’in eserleri, üslubunun akıcılığı, dilinin sadeliği ve tasnifteki başarısı ile dikkat çeker. Halkın seviyesine inerek anlaşılması zor olan meselelerin daha kolay öğrenilmesini sağlar. Sadece ders vermekle meşgul olmamış halkın da eğitimine önem vermiş bir alim. Kitaplarını ayet ve hadise dayandıran Ebu’l-Leys halkın içinde olmasa böyle bir kitap da yazamazdı. Bu yüzden eserleri Endülüs’ten Endonezya’ya kadar yayıldı ve asırlar boyunca İslâm dünyasının birçok bölgesinde Müslüman toplumların İslâm anlayışlarını ve dinî hayatlarını derinden etkiledi.

ismailgulec.net