Yaz demişler anı, o da yazdı

Kitabın yazılış hikâyesini kendisinin kitabını anlattığı söyleşiden öğreniyoruz. Havaalanında karşılaştığı fakülte yıllarından arkadaşının otuz yıl sonra ilk kez karşılaştığında kendisine ¨Kaç lira maaş alıyorsun?¨ sorusu üzerine başlıyor her şey. Bu soru yazarda büyük bir sarsıntıya, düşünme ve sorgulama sürecinin başlamasına neden olur ve bu noktaya nasıl gelindiği sorusunun cevabını hatıraları arasından seçtikleri ile cevaplamaya karar verir. Kitabı okuyunca sadece yazar kendini değil, okuru da benzer düşünme eylemi içine davet ediyor.

Bu karar vermenin ardından yazarın babası hastahaneye yatırılır ve yazar geceleri babasına refakat eder. Çevresindekilere farkettirmeden her gece bir bölüm yazar. 27 Ocak 2014’te ilk bölüm yazılır ve müteakip otuz dokuz gece bir bölüm yazılır ve kırk bölümden oluşan kitap vücud bulur. İlk bölümler bir-iki sayfa iken sonlara doğru bölümlerin sayfa sayısı artmaya başlar. Belli ki yazar yazdıkça açılmış, açıldıkça yazmış. Ama kıvamında bırakmayı, okuru bunaltmamayı da başarmış.

Yazarın hayatı ağırlıklı olarak altı vilayette geçiyor. Doğup büyüdüğü ve ilk okulu okuduğu Artvin, orta okul ve liseyi okuduğu Konya, üniversiteyi okuduğu Erzurum, öğretmenlik yaptığı Balıkesir, akademisyen olarak çalıştığı Van ve Muğla. Aslında bu altı vilayet Türkiye’nin sosyolojisini de temsil ediyor ve yazar bize bu altı vilayet üzerinden Türk toplumunu tanıtıyor. Türk toplumunun yapısını, Türkiye’deki toplumal hareketlenmeleri çalışacak olan araştırmacıların yararlanacakları çok önemli bilgilerin ve yeni araştırmalara konu olacak soruların yer aldığını söylemeliyim.

Yazarın altı vilayet arasında geçen yolculukları dikkati çeken bir diğer nokta. Yapılan yolculuklar, yolculuk esnasında baştan geçen veya şahit olunan olaylar kitap içinde kapladığı sayfalar fazla olmasa da okurun dikkatini çekmeyi başarıyor.

Ben kitabı iki bakımdan çok önemli buldum. İlki özellikle son kırk yıl içinde İslamcıların veya daha hafif bir tabirle söyleyelim, Müslüman olduklarını söyleyenlerin geçmişlerini sorgulamalarına örnek olması. Bizde bu tür bir gelenek oluşmadı maalesef. Genellikle savunmak veya eleştirmek için yazarız ama kendi hatalarımızı ve kusurlarımızı yazmaktan ve kendimizi eleştirmekten pek hazzetmeyiz. Yazar, kimseyi incitmemek ve kişisel bir husumete dönüştürmemek için bunu kitabında altını çize çize yazmamış, ama okurun derinden hissetmesini sağlayacak bir üslupta yazmayı başarmış. Bu tür değerlendirmelere, içinde bulunduğumuz durumları göz önüne aldığımızda çok büyük bir ihtiyaç olduğunu düşünenlerdenim. Bu tür sorgulamaları hem kişisel olarak, hem de kurumsal olarak yapmanın zamanı geldi, hatta geçiyor. Herkes başını ellerine koyup düşünmeli, ne yaptığını sorgulamalı. Özellikle bunu din veya cemaat adına yapanların iki defa yapmaları, mevcut duruma nasıl gelindiğini tüm samimiyetle değerlendirmeleri gerektiğini belirteyim.

Bana göre kitabın diğer önemli tarafı samimi bir üslupta yazılan Türkçesi. Ben son yıllarda bu kadar tatlı ve güzel, candan, sevecen, samimi ve su gibi akan bir Türkçe ile yazılmış bir metin okumadım. Zaten samimi bir dille yazıldığında Türkçe kadar etkili kaç dil vardır, bilmiyorum. Bu samimiyetin sebebi biraz da kitabı kaleme aldığı zamanla ilgili olmalı. Her ne kadar kendisi kitabında söylemese ve ihsas ettirmese de kitabın duyguların yoğunlaştığı bir anda yazıldığı anlaşılıyor.

Kitap benim için çöl ortasında karşılaştığım bir vaha oldu. İddiaların, kavgaların, sert sözlerin, ihtiras ve kinden kaynaklanan çirkin üslupların, her gün okumak veya seyretmek zorunda kaldığımız gazete ve televizyonların sinir yapımızı alt üst ettikleri, insanların birbirlerine karşı iyice hoşgörüsüz ve tehammülsüz kalmaya başladıkları bir zaman dilimi içinde beni sevginin, arkadaşlığın, vefanın, iyiliğin, güzelliğin içine çeken ve bir kaç saat da olsa cehennem hayatından kurtaran bu satırların sahibini tebrik etmesem kendimi nankör hissederdim. Bu arada, bir başka güzel kitap bulmak ümidiyle arkadaşımı daha sık ziyaret edeceğim. İyi kitaplar iyi arkadaşlarda bulunur.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Cudi Dağı ve Cizre'yi yakından tanıyalım.

Cudi Dağı ve Cizre'nin Kültür ve Tarihimizdeki Önemi
04:00 "Cudi- Nuh'un Gemisinin İzinde" Romanının Yazılış Serüveni
06:30 "Şeyh ve Kilise" Kitabının Yazılış Serüveni
16:00 Cudi Dağı İle İskender Paşa Camii Arasında Nasıl Bir Bağlantı Vardır?
17:30 Cizreli Şeyh Seyda Hazretleri Kimdir?
20:15 Diyarbakır Ulu Camii ve Cizre Ulu Camii'nin Ortak Yönleri
23:15 Cizre'deki Kırmızı Medrese'nin Önemi Nedir?
32:00 Cizre'deki Şikeft-i Cüz Mağarası'nın Manevi Önemi
34:30 Cizre'deki Cebrail Kapısı'nın Tarihi Önemi
36:30 Sefine Festivali, Kültürel ve Dini Açıdan Ne İfade Eder?
43:00 "Cudi Dağı, Hz. Nuh'un ve Ümmetinin Sığınağıdır"
45:30 Hz. Nuh'un Gemisini Arayan Gencin Hikayesi

Kısas-ı Enbiya

Cevdet Paşa’nın ahir ömründe yazdığı bu kitabın tam adı: Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Bir nevi İslam tarihi de denilebilir.

Tanpınar’ın onun için söylediği şu sözler çok önemli: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya'da ve bilhassa da bu kitabın Peygamber'in hayatına ait olan kısmında nesrin kemal noktasına varmıştır. Türkçe'de Mevlid'den başka hiçbir kitap, bu kadar herkesin dilini konuşuyor hissini bırakmamaktadır.

ismailgulec.net