Geleceğin Türkiye’sinde Yükseköğretim Raporu Üzerine

İlke İlim Kültür Eğitim Derneği, Geleceğin Türkiyesi Raporlarının ikincisini kamuoyu ile paylaştı. Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş tarafından hazırlanan Geleceğin Türkiyesinde Yükseköğretim başlıklı raporun iyi hazırlanmış olduğunu söylemeliyim. Yükseköğretimin hemen her alanının ayrı konu başlığı altında değerlendirildiği raporda önce konu hakkında özet bilgi veriliyor, sonra eskilerin deyimi ile konu teşrih ediliyor, sadece sorunlara dikkat çekmekle kalınmayıp dünyadaki uygulamalar da göz önünde bulundurularak sıralanan tekliflerle bölümler tamamlanıyor. Prof. Dr. Erdoğmuş'un eleştirilerini yaparken hem Türkiye gerçeklerini göz önünde bulundurması hem de eleştirilerinde ölçülü davranmasından dolayı raporun insaflı olduğunu söyleyebiliriz.

Rapora daha dikkatlice okuduğum konular; YÖK'ün bu haliyle üniversiteleri taşıyamayacağı, dolayısıyla yeni bir anlayışla ve yapılanma ile koordinasyonu sağlayacak yeni bir yüksek öğretim birimin kurulması, kalite süreçleri, üniversitelerde örgüt kültürü ve öğretim süreçleri. Özellikle öğrenciye değer katan bir eğitim verilmesi konusunu çok önemli bulduğumu ifade etmeliyim.

Raporda, Prof. Erdoğmuş'tan farklı düşündüğüm konular da var. Bu benim kişisel tecrübelerim ile Prof. Erdoğmuş'ın İşletme Yönetimi alanında uzman olmasının verdiği bakış açısından kaynaklanıyor.

Gördüğüm ve bildiğim kadarı ile Prof. Erdoğmuş'un önerilerini gerçekleştirmek için mevzuattan kaynaklanan bir sıkıntı yok. YÖK'ün son yıllarda üniversitelere yetkilerini devrettiğini de düşünürsek işini bilen bir rektörün raporda üzerinde ehemmiyetle durulan temel konuların neredeyse tamamını yapabileceğini söyleyebilirim.

Dikkat çekmek istediğim bir diğer konu ise geleceğin üniversitelerini inşa ederken Osmanlı tecrübesinin nazar-ı dikkate alınmamasıdır. Batı üniversitelerinin kötü bir taklidi yerine geçmişin üniversitelerini özünü koruyarak yeniden inşa etmenin yollarını bulmalıyız. İdeolojik nedenlerden dolayı verilmiş medreselerle ilgili olumsuz hüküm adeta bir muhkem kazıyyeye dönüşmüş durumda. Bunu söylerken medreselerin sorunları olmadığını ve olduğu gibi bugüne aktarılması gerektiğini iddia etmediğimi meseleyi anlamak için yaklaşanlar hemen fark edeceklerdir. Konu başlı başına bir başka yazının konusu olduğu için çok detaya girmeden bir soru ile bu meramımı ifade edeyim. Siz, Türkiye'de aynı bölümden mezun olanların hepsi için şu konuları mutlaka bilir, diyebilir misiniz? Ama herhangi bir medreseden mezun olan biri için şunları bilir cümlesini çok rahat kurabilirsiniz.

Raporda dikkatimi çeken bir diğer husus üniversitelerde eğitim-araştırma ayrımına değinilmiş olmakla birlikte meslek yüksek okullarının üniversite eğitiminin bir parçası olmamasına dair teklifin bulunmaması. Dahası daha da cesur bir şekilde doktora eğitimlerinin sadece merkezdeki üniversitelerde yapılması gerektiğini söylemesini de beklerdim. Bir dönem sayısal yeterliği sağlıyor diye açılan doktora programlarında verilen eğitim ve yapılan tezlerin üniversiteler için ne kadar ciddi sorunlara yol açtığını gördükten sonra bu konuda daha hassas olmamız gerektiğini düşünenlerdenim.

Rektörün nasıl seçileceği veya atanacağı çok önemli bir konu değil bence. İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî ve öğrencisi Gazzâlî'nin Kur'an ve Sünnet'in siyasete dair koyduğu ilkeleri kat'iyyât, bunların ışığında yapılacak uygulamaları da zanniyyât olarak niteler. Ben de bir rektörde aranması gereken niteliklerin belirlenmesini katiyyat, onun nasıl seçileceğini ise zanniyat olduğunu söylemeye çalışıyorum. Raporda da belirtildiği gibi iyi bir akademisyen olmak iyi bir yönetici olmak için yetmemekte, farklı birtakım özellikler daha aranmaktadır. Rektörün, ülkelerin siyasi yapısına ve toplumun kültürüne göre mütevelli heyeti, belediye başkanı, milli eğitim bakanı veya devlet başkanı tarafından atandığı görülür. Ama rektörde aranacak şartlar hiçbir yerde değişmez, hep aynıdır ve kat'îdir. Ve bence bir rektörde aranması gereken özelliklerin başında erdemli olması gelmelidir. Erdemli üniversiteye giden yol yöneticilerinin erdemli olmasıyla mümkündür çünkü.

Prof. Erdoğmuş'tan farklı düşündüğüm bir diğer konu YÖK'ün yapısının değişmesi meselesidir. Hiç şüphesiz 28 üniversite için kurulan bir yapının 200'ü aşkın üniversite için hizmet vermesinde birtakım sorunlar olacaktır ve birtakım düzenlemeler, değişiklikler yapılması kaçınılmazdır. Zaten yapılıyor da. Ancak otuz sene önce bir memurun bir ayda yaptığı bir işi bugün geliştirilen yazılım programları sayesinde bir saatten az bir zamanda yapıldığı da unutulmamalıdır. YÖK son yıllarda bilinçli bir şekilde üniversitelerin gündelik işlerine karışmaktan kaçınmakta ve bu konudaki kararları üniversitelere bırakmaktadır.

Hiç şüphesiz Yükseköğretim Kalite Kurulu ve çalışmaları önemlidir ve üniversiteler üzerindeki etkisi daha da belirgin olmalıdır. Üniversitelerin rekabet ortamı içinde kendilerini geliştirmeleri, gelişimlerini ölçmeleri için de YÖKAK'ın değerlendirmesini istemeleri yükseköğretimimiz adına önemli bir gelişmedir. Ancak üniversitelerimizin yöneticilerinin maalesef bu konuda yeterli bilince ve arzuya sahip olmadıklarını, sadece mecbur oldukları için yaptıklarını görüyoruz. Oysa bu süreçler kendisini geliştirmek isteyen üniversiteler için çok önemli fırsatlar doğurur. Raporda bu konunun üzerinde isabetle durulmakta ve ne kadar önemli olduğu gözler önüne serilmektedir.

Son yıllarda üniversiteleri bir işletme gibi gören yaklaşımlar olduğunu biliyoruz. Üniversiteye hoca almak ile bir şirkete veya fabrikaya eleman almanın aynı şekilde değerlendirdiği, adeta bir şirket yönetilir gibi yönetilmesi gereken kurumlar olduğu yaklaşımı var. Bu yaklaşıma katılmadığımı ifade etmeliyim. Binlerce yıllık geleneğin, hoca-talebe ilişkisinin çalışan-müşteri ilişkisi gibi, hoca-yönetici ilişkisinin de patron-işçi ilişkisine indirmenin bir anlamı olmadığı gibi üniversite kültürü ile de uzaktan yakından ilgili olmadığını düşünenlerdenim. Üniversitede hiçbir öğretim üyesi dekana veya rektöre rektörüm veya dekanım diye hitap etmez, hocam diye hitap eder. Dekanlık, rektörlük asli vazifeler olmayıp geçici görevlerdir ve asli olan hocalıktır. Bir vali veya bir fabrika müdürü emekli olana kadar görevinde kalabilir ama bir rektör süresini tamamladıktan sonra tekrar bölümüne döner ve hocalığına devam eder. Dolayısıyla başka kurumlardaki yönetici-yönetilen ilişkisini üniversitelere dayatmak üniversite kültürünü ve iç huzuru bozmaktan başka bir işe yarayamayacaktır.

Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş'a ve İLKE Derneğine üniversite yöneticilerinin mutlaka okuması gerektiğini düşündüğüm topluma ve yöneticilere ışık tutan, yol gösteren rapordan dolayı tekrar teşekkür ediyorum.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Hz. Musa yaşadı mı?
Kur'an ve Tevrat'a göre Hz. Musa

Prof. Dr. Hakan Olgun, Mısır efsanelerine göre Hz. Musa ile ilgili anlatılan kıssaların doğruluğunu tartışıyor. Horus başta olmak üzere Mısır mitolojinin temel figürleri üzerinde duruyor.

05:00 Mısır mitolojisi bağlamında Hz. Musa

12:00 Kur'an kıssalarının mahiyeti

42:00 Mısır'ın politik ideolojisi

46:00 Kadim Mısır'ın Ma'at doktrini'nin toplum üzerindeki etkisi

51:00 İbranilerin Mısır'daki tarihsel varlığı

58:00 Kur'an ve Tevrat'ta Hz. Musa

01:25:00 Hz. Musa ve Çoban kıssası

Özer Ravanoğlu'nun Türkistan Hatıraları

Uzun yıllar Kırgızistan ve Kazakistan'da bulunan Özer Ravanoğlu'nun hatıralarını anlattığı programda değinilen konulardan bazıları şunlar:

Orta Asya bozkırında bir ülke: Kırgızistan

10:00 Orta Asya'daki mimari eserlerin yapım süreçleri

20:00 Yiğitbaşı Murat ve Beş Arkadaşının hikayesi

40:00 Ahıska Türklerinin yaşadığı zorluklar

55:00 Kültür ve Sanatta Kırgızistan

01:21:00 Türk dünyasının ünlü yazarı: Cengiz Aytmatov

ismailgulec.net