Sünnete su katmamak

Bizim millet, daha doğru ifade ile atalarımız Hz. Peygamber'i can u gönülden sevmiş, hayatlarının her anına onun sözlerini ve davranışlarını yerleştirmişler. Çocuklarına erkek ise Ahmet, Mahmut, Mehmet ve Mustafa ismini, kız ise Hatice, Ayşe ve Fatma ismini koymuşlar. Onun sevgisi içimize kadar yerleşmiş ki çoğumuz farkında bile değiliz kimi adetlerimizin Hz. Peygamber'in sünneti olduğunu.

Konuya geçmeden önce sünnet ile neyi kastettiğimi açıklayayım. Hz. Peygamber'in sözleri, davranışları ve şahit olup ses çıkarmadığı eylemlerin ortak adını kastediyorum.

Biz daha çok hocaların anlattığı sünnetleri biliyoruz. İbadetler arasındaki sünnetleri anlıyoruz hemen. Teheccüd namazı kılmak, uykudan uyanınca felanca duayı okumak, günde en az yüz defa, hatta daha fazla tevbe ve istiğfar etmek, Felak ve Nâs sûrelerini okuyarak insanların ve cinlerin şerrinden ve nazardan Allah'a sığınmak, Yemeye ve içmeye besmeleyle başlamak, sağ elle ve önünden yemek ve daha bunlar gibi birçok sünnet.

Hz. Peygamber'in günlük hayatında yaptığı işler ve sevdiği şeyler de var sünnet olarak anlatılan. Affetmek, çalışmak, süt içmek, saç uzatmak, güzek koku sürmek, sohbet etmek, yardımlaşmak, düzenli ve tertipli olmak, sessizce ağlamak, iki öğün yemek yemek, teşekkür etmek, temiz giymek, hal hatır sormak, tebessüm etmek, kıyafeti katlamak, doymadan kalkmak ve daha bir çok şey.

Bunların hepsi kitaplarda detaylı bir şekilde anlatılıyor ve birçoğumuz bunları biliyoruz. Bir de bilmeden yaptığımız sünnetler var.

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Erdinç Ahatlı Kültür Yapımızda Sünnetler isimli çalışması tam da bu konu üzerinde kaleme alınmış. Ahatlı eserinde, günlük hayatımızda sünnet olduğunu bilmeksizin yaptığımız kimi adetleri konu ediniyor. Yaşlılara hürmet göstermek, baba dostunun hatırını sormak, söze büyüğün başlaması, kulağı çınlayan kimsenin "Biri benim ismimi andı" demesi, yeni alınan elbiseye "üzerinde paralansın" demek, misafiri dış kapıya kadar uğurlamak, dünürcü üzerine dünürcü göndermemek, ölenin arkasından kötü konuşmamak, su ikram etmek, ekmeye ve nimete saygı göstermek, düğünde ziyafet vermek, hediyeleşmek, kapıya gelen dilenciyi boş çevirmemek, düğünlerde saçı geleneğinin altında yatan hadisleri ve sünneti açıklıyor.

Bu aralar eğitim ile ilgili bir araştırma yapıyorum. Hz. Peygamber dönemi eğitim kurumları üzerine yazılmış birkaç yazı okurken dikkatimi çekti. Mescid-i Nebevî'nin hemen bitişiğinde yoksullar, kimsesizler ve muhacirler için yapılan bir yer var: Suffe. Burası ilk başlarda bir nevi misafirhane gibi kullanılırken zamanla İslam'ın ilk yatılı medresesi olur. Burada kalan sahabelerin en meşhuru sahabeler arasında en çok hadis rivayet eden Ebu Hureyre.

Geçimlerini sağlayabilecekleri bir işleri olmayan Suffe ehlinin geçimiyle bizzat Hz. Peygamber ilgilenirdi. Akşam olduğunda da onların karınlarını doyurmak için onları birer ikişer ashabına taksim eder, kalanları da kendi evine götürürdü. Bu uygulama müslümanların maddî durumu düzelinceye kadar devam etti.

Bunları öğrenince otuz sene öncesine gittim birden. İlk defa o sene annemle birlikte köye gitmiştim. Köyde iken bir cenaze oldu. Komşu köylerden gelenlerle birlikte cami doldu taştı. Cenaze namazı kılındı, hemen yanındaki kabristana defnedildi. Dualar edildi, Kuran'lar okundu. Derken köylülerim caminin kapısına dizildiler, misafirlerden herkes bir iki kişi alıp evine götürdü. Annem de bir iki kişiyi al eve getir diye sıkı sıkı tembihlemişti. Genç halimle bir iki amcayı kolundan tutup eve getirdim ve birlikte yemek yedik.

Köydeki bu adetin kökeni nedir bilmiyorum. Türkler Müslüman olmadan önce de misafirperverlikleriyle bilinirlerdi. Hz. Peygamber'in güzel sünneti ile de uyuşunca daha da güzelleşmiş adet.

Benim bilmediğim kim bilir daha ne kadar sünnet olan adetimiz var. Bu millet Hz. Peygamber'in güzel ahlakını kendine örnek almış, kılcal damarlarına kadar sindirmiş.

Acaba diyorum, bugün içine düştüğümüz durumun nedeni dedelerimizin ninelerimizin güzel adetlerini terk etmemiz olabilir mi?





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Cudi Dağı ve Cizre'yi yakından tanıyalım.

Cudi Dağı ve Cizre'nin Kültür ve Tarihimizdeki Önemi
04:00 "Cudi- Nuh'un Gemisinin İzinde" Romanının Yazılış Serüveni
06:30 "Şeyh ve Kilise" Kitabının Yazılış Serüveni
16:00 Cudi Dağı İle İskender Paşa Camii Arasında Nasıl Bir Bağlantı Vardır?
17:30 Cizreli Şeyh Seyda Hazretleri Kimdir?
20:15 Diyarbakır Ulu Camii ve Cizre Ulu Camii'nin Ortak Yönleri
23:15 Cizre'deki Kırmızı Medrese'nin Önemi Nedir?
32:00 Cizre'deki Şikeft-i Cüz Mağarası'nın Manevi Önemi
34:30 Cizre'deki Cebrail Kapısı'nın Tarihi Önemi
36:30 Sefine Festivali, Kültürel ve Dini Açıdan Ne İfade Eder?
43:00 "Cudi Dağı, Hz. Nuh'un ve Ümmetinin Sığınağıdır"
45:30 Hz. Nuh'un Gemisini Arayan Gencin Hikayesi

Kısas-ı Enbiya

Cevdet Paşa’nın ahir ömründe yazdığı bu kitabın tam adı: Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Bir nevi İslam tarihi de denilebilir.

Tanpınar’ın onun için söylediği şu sözler çok önemli: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya'da ve bilhassa da bu kitabın Peygamber'in hayatına ait olan kısmında nesrin kemal noktasına varmıştır. Türkçe'de Mevlid'den başka hiçbir kitap, bu kadar herkesin dilini konuşuyor hissini bırakmamaktadır.

ismailgulec.net