Üniversite kütüphaneleri

Malum, içinde bulunduğumuz hafta, 57. Kütüphane Haftası olarak kutlanıyor. Ülkemizin, özellikle üniversitelerin temel meselelerinden biri olarak kütüphaneler, her ne kadar geleneksel, görsel ve sosyal medyada gündeme giremese de sorun olarak hâlâ ilk sıralarda yer alıyor.

Üniversitenin temelde dört görevinden bahsedilir. Bunlardan biri bilgi üretmek, diğeri de üretilen bilgilerin gelecek nesillere aktarılması için muhafaza etmektir. Geleneksel toplumlarda, bilginin muhafazası kütüphanelerle sağlanırken özellikle bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ve üretilen bilginin artması ile birlikte kütüphanelerin işlevi ve bilgiyi muhafazasında birtakım değişiklikleri gerektirdi.

Bu değişim, kütüphanelerin bir sorununu çözerken yeni sorunları da beraberinde getirdi. Bilgi saklama alanları, fiziki ortamlardan sanal ortamlara taşındı. Dijital de olsa bilgi depolama sistemleri cihazlara ve bunların muhafaza edileceği uygun şartlara sahip ortamlarda saklanabiliyordu. Şimdilerde ise mahiyetini hâlâ tam olarak bilemediğim bulut sistemleri devreye girdi.

Tüm işlemler dijital ortamlara taşınınca hâfız-ı kütüplerimizin niteliği de değişmeye başladı. Artık her kütüphaneci, aynı zamanda nerdeyse bilgi-işlemci olmak zorunda. Aksi takdirde bilgiyi kontrol etmesi, derlemesi ve yönetmesi mümkün olmayacak.

Sorun nerede?

Bu konularda bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu söyleyemeyiz. Her zaman, son teknolojinin maliyeti fazla oluyor ama bu durum çok uzun sürmüyor ve bir süre sonra normalleşiyor. Dolayısıyla biraz beklemek göze alınırsa ekonomik maliyet karşılanabilir durumda.

Kütüphaneciler de yeni kütüphane sistemlerine çabucak uyum sağladı. Sistemi kavradılar ve uygulamasında sıkıntı yaşamıyorlar.

Sistemde ve sistemi kullanacak kişilerde ciddi sorun yok iken yöneticilerin kütüphaneye karşı olan tutumları ve kütüphane konusunda keyfi kararlar vermesi ise ciddi bir sorun olarak önümüzde duruyor.

Her şeyden önce bilmemiz gereken husus şu: Kütüphaneler, çok dinamik ve canlı kurumlardır. Dolayısıyla gelişmelerden ve değişimlerden en çok etkilenen kurumlar arasında yer alır. Bu durum, bize çabuk ve esnek kararlar almamız gerektiğini zorunlu kılar. Esnek ve çabuk karar olmak ise üniversite kütüphaneleri için pek mümkün değildir. Rektörün bindiği makam aracının lastiğini almak için şube müdürü, daire başkanı, sekreter ve rektör olmak üzere dört imza aranan bürokratik ortamda bir kütüphaneden sorumlu yöneticinin durumunu düşünün.

Dikkat ettiyseniz, birçok üniversite yöneticisi, kütüphane binalarının büyüklüğü ile övünür. Kütüphanelerinin fiziki ortamlarının geniş ve ferah olması tabii ki övünülecek şey. Ama o kocaman binalar işe yaramadıktan sonra, yani gerçek manada kütüphane olmadıktan sonra beton yığınından öteye gitmiyor.

Ekonomistler ve sosyologlar, "Tarım toplumundan bilgi toplumuna, sanayi toplumu yaşanmadan geçilmesi pek mümkün değil ve ciddi sorunlar çıkarır", diyorlar. Aynı şeyi kütüphaneler için de söyleyebiliriz. Biz, 1950 sonrası gelişen üniversitelerin kütüphane sistemini tam olarak anlayıp kavrayamadan, istisnalar kaideyi bozmaz, şimdi geleceğin kütüphanelerini inşâ etmeye çalışıyoruz. Kütüphane kültürü olmadan ve araştırmaya ihtiyaç hissedilmeden, o dünyaya adım atmak mümkün değil. Bu da geçen asrın büyük kütüphanelerine benzer şatafatlı kütüphane binaları yapmakla olmuyor maalesef.

Kütüphane kurmak zor mu?

Hem zor, hem de kolay. İyi bir kütüphane kurmak, iyi bir üniversite kurmak kadar zor. Çünkü iyi bir kütüphane olmadan iyi bir üniversite olunamaz. Batı'da, kütüphane kurulurken dikkat edilmesi gereken hususlardan bahseden yüzlerce kitap yazılması boşuna değil.

Kütüphanelerin seviyesi, hizmet edecekleri kitleye göre belirlenir. Bu seviyeyi yöneticiler belirleyemez, öğrenciler belirler. Birçok üniversitenin dünya kadar para harcayıp kütüphane kuramamalarının altında yatan hakikat budur. Kullanılmayan ve kullanılmayacak kitaplarla ve binalarla pahalı yatırımlar yapmak rektörlerin işi olmamalıdır.

Kütüphane kurmak, kitaplıklar alıp kitapları dizmek demek değildir. Bina yapıp sağa sola yazılar yazarak istenen bağış kitapları ile kütüphane kurulamaz. Kütüphaneyi niçin ve kim için kurduğumuzu bilemezsek asla iyi bir kütüphane kuramayız. Mimari yapının nasıl olacağını da bu sorunun cevabı belirler.

Kütüphane denilince akla gelen ilk isimlerden olan hocam İsmail E. Erünsal, üniversite binalarının, yerleşkelerin en sakin ve mutena köşesinde olması gerektiğini, bırakın içini, çevresinde bile idari binaların ve dersliklerin olmaması gerektiğini söylerken yeni yapılan bir kütüphane binasına, rektörlük ve rektörlüğe bağlı tüm idari birimlerin taşındığını duysa, "Evladım, biz bu yüzden adam olamıyoruz" derdi. Hocama göre kütüphane binaları dikkati dağıtmayacak sadelikte olmalı ve şatafattan ve gösterişten kaçınılmalı.

Hocamın dikkat çektiği bir diğer konu, kütüphanelerin güneş alma meselesi. Okuma salonları aydınlık olması için pencereleri güneş alacak kadar büyük olmalı. Binâ inşâ edilirken okuma salonunun ışık almasına dikkat edilmeli. Hocam, yeni yapılan bir kütüphanenin hemen dibine, koca kampüste başka bir yer yokmuş gibi koca bir derslik binası inşâ edildiğini duysa ne derdi acaba?

Bilinmeyen maliyetler

Bizim yöneticiler pek hesap etmez ama alınan her kitabın bir raf maliyeti vardır. Bu maliyet, bazen kitabın değerini geçer ve bu kimsenin umurunda olmaz. Onlar için kitap sayısı ile övünmek daha önemlidir. Üstüne bir de bizde kimi kütüphanecilerin kitapları, Hz. İsa'nın doğduğunda sarıldığı bez gibi kutsal eşya görüp saklaması da eklenince raflar hiç kullanılmayan ve zamanı geçmiş kitaplarla doludur. O kitapların da elden geçirilip kayıtlardan düşürülmesi bizde pek görülmez.

Sorunlar bunlarla da sınırlı değil. Kütüphaneci yetiştiren bölümlerin müfredatının güncellenmesi, elektronik kitaplarının mahiyetinin tam olarak bilinmemesi, kütüphanelerin fiziki binalardan internetin ve akıllı bir cihazın olduğu her yere taşınması, bunun da ekonomik bir maliyetinin olması, güçlü ve dinamik kurumsal yapının kurulması, atılacak tüm adımların bir program dahilinde olması ve rektör değişimi ile programın değişmemesi gerekiyor.

Mesele bunlarla sınırlı değil. Bir sonraki yazıda, öğrencilere verilen hizmetler ve diğer mevzularla konuya devam edelim.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Hz. Musa yaşadı mı?
Kur'an ve Tevrat'a göre Hz. Musa

Prof. Dr. Hakan Olgun, Mısır efsanelerine göre Hz. Musa ile ilgili anlatılan kıssaların doğruluğunu tartışıyor. Horus başta olmak üzere Mısır mitolojinin temel figürleri üzerinde duruyor.

05:00 Mısır mitolojisi bağlamında Hz. Musa

12:00 Kur'an kıssalarının mahiyeti

42:00 Mısır'ın politik ideolojisi

46:00 Kadim Mısır'ın Ma'at doktrini'nin toplum üzerindeki etkisi

51:00 İbranilerin Mısır'daki tarihsel varlığı

58:00 Kur'an ve Tevrat'ta Hz. Musa

01:25:00 Hz. Musa ve Çoban kıssası

Özer Ravanoğlu'nun Türkistan Hatıraları

Uzun yıllar Kırgızistan ve Kazakistan'da bulunan Özer Ravanoğlu'nun hatıralarını anlattığı programda değinilen konulardan bazıları şunlar:

Orta Asya bozkırında bir ülke: Kırgızistan

10:00 Orta Asya'daki mimari eserlerin yapım süreçleri

20:00 Yiğitbaşı Murat ve Beş Arkadaşının hikayesi

40:00 Ahıska Türklerinin yaşadığı zorluklar

55:00 Kültür ve Sanatta Kırgızistan

01:21:00 Türk dünyasının ünlü yazarı: Cengiz Aytmatov

ismailgulec.net