Mevlana’da yıkılan ev beden, Âkif’te ise devlet

Mehmet Akif’in Divan-ı Kebir’den nazmen tercüme ettiği hikâyeyi okuyunca “Keşke Âkif’imiz Mesnevî’nin ve Divan-ı Kebîr’in tamamını nazmen tercüme etseydi de edebiyatımız iki büyük şaheser daha kazanmış olsaydı.” diye içimden geçirmiştim.

Niye böyle düşündüğümü bir örnek üzerinden göstereyim. Önce Divan-ı Kebir’den hikâyeyi aktarayım:

Yıkılan beden evinin hikayesi

Metin Divan-ı Kebir’in 3. Cildinde yer alıyor ve Yıkılan beden evinin hikayesi başlığını taşıyor:

Neden değerli ve aziz ömrün varını, yoğunu nefis hırsızı çalıp götürüyor da hayat kervanında yol alanlardan hiçbir ses çıkmıyor? Neden senin ömrünü çalan, seni Hak’tan habersiz bırakan uykuya ve nefis hırsızına incinmiyorsun, kızmıyorsun da sana doğru yolu haber veren, gösteren dosta inciniyor, kızıyorsun?

Seni kıran, seni inciten, senin şeyhindir. Sana öğüt verendir. Dünya sevgisi, su üstüne yapılan resme benzer. Kararı yoktur, geçer gider. Birisi durmadan içinde oturduğu eve gizlice; "Ey ev, sakın yıkılma, eğer yıkılacaksan bana haber ver!" diyordu. Bir gece ev, birdenbire yıkıldı. Adam ne dedi, bilir misiniz? Dedi ki:

-
Ey ev, bunca zamandır, sana söylediğim sözler ettiğim vasiyetler ne oldu? Sözlerim sana hiç mi tesir etmedi? Yıkılmadan önce bana haber ver, haber ver de çoluğumla çocuğumla kaçmak için bir çare bulayım, demedim miydi? Ey ev, bir habercik bile vermedin. Bu vefasızlık değil midir? İkimiz de senelerce beraber yaşamadık mı? Bunca yıllık dostluk, bunca yıllık sohbetler ne oldu? İnsafsızca başıma çöktün, yıkıldın da beni çoluk çocuğumla perişan bir halde, ağlar, inler vaziyette bıraktın."

Ev dile geldi de dedi ki:

-
Gece gündüz kaç kere, ama kaç kere sana haber verdim. O tarafta, bu tarafta çöküntüler, yıkıntılar oldu. Gücüm kuvvetim kalmadı. Aklını başına al, vakit geldi, çökeceğim!' diye ağız açtım. Durumumu sana açıkça haber verdim. Sense çatlayan, ağız gibi açılan yerime öfke ile balçık sıvamaktaydın. Duvarlarım baştan başa deliklerle doldu. Sen o delikleri balçıkla tıkadın.Nerede ağız açtımsa, sen ağzımı kapattın, bırakmadın ki söyleyeyim! Ne diyeyim sana ey mimarbaşı?"

Bu anlatılan ev beden evidir. Bunu böyle bil! Ağrılar sızılar, çöküntüleri, çatlakları göstermektedir. Ey hasta! Bedende hasıl olan ağrı ve sızı deliklerini sen ilaçla sıvamaktasın. 0 ilaç, o macun samanlı balçığa benzer, haydi bakalım sen durmadan yarıkları, çatlakları, delikleri samanlı balçıkla sıva!

Senin bedenin de ağzını açar, hal dili ile sana der ki: "Ben gittim, fakat hekim gelir onun ağzını kapatır, bedeni söyletmez."

Mahmurluğu, sersemliği ölüm şarabından bil! Menekşe şarabını, nar şarabını bırak, vazgeç onlardan, ölüm şarabı sana yeter.

Eğer içersen adet olarak iç! Çünkü bu bir yüz örtüsüdür. Fakat bütün sırları bilen Allah'tan içyüzünü nasıl gizlersin, nasıl örtersin? Înabe şarabını yani pişman oluş, Allah'a yöneliş şarabını iç, hakkın sevgi ekmeğini ye, tövbeyi macun yap, günahın açtığı yaralara sür! îstiğfar gıdası ile gıdalan!

Gönlünün, dininin nabzını tut, bak bakalım nasılsın? Bir kerecik de ibadet şişesini gözden geçir, manevî hastalığının ne olduğunu anlamaya çalış!

Aklını başına al da Allah'a sığın, ona doğru kaç! Çünkü ab-ı hayat ondadır. Her nefeste ondan aman dile! Eğer bir kimse sana; "İstemek fayda vermez!" derse sen ona de ki: "İstek Allah'tan istenirse nasıl olur da fayda vermez?"

“Delik deşik evinin, bir zavallı hâne–harap,

Şimdi de Âkif’in tercümesi: Manzum hikaye Fatih Kürsüsünde isimli kitaptaki Vaiz Kürsüde başlıklı şiirde geçiyor:

Şu fikrasıyla, hakikat, Cenab–ı Mevlânâ,
Nigâh–ı ibrete açmış cihan kadar manâ:
“Delik deşik evinin, bir zavallı hâne–harap,
Görürde halini, her gün eder şu yolda hitap:
“Yıkılma hû! Beni evvelce etmeden agâh;
Çoluk çocuk biteriz sonra hep, maâzallâh!”
Bu hasbıhal ile yıllar gelir, geçer... Derken,
Gelir bakar ki bir akşam: O âşiyân–ı kühen
Yıkılmış, altına almış zavallı aileyi!
Görünce karşıdan âdemceğiz bu hâileyi,
Yığınla taş kesilen yurdunun harabesine
Döner de der ki: “Meğer aldanırmışım, desene!
Ne oldu bunca niyazım, ey âşinâ–yı kadîm?
Çocuklarım olacakken ben oldum isteyelim!
Sakın yıkılma, haber vermeden demez miydim?
Bu muydu senden, a zâlim, bu muydu ümmidim,
Hukuku, ahdi gözetmek nedir, sakın bilme!
Yazık, yazık sana sarf ettiğim emeklerime....”
O taş yığınları bir hatifî lisan olarak;
Zavallı âdeme der: “Haksız, infiali bırak!
Geçip de karşıma feryâd eder misin şimdi?
Haber mi vermedim, amma kulak veren kimdi!
Duvarlarımda yarık sandığın ağızlardan,
Birer zebân–ı tezallüm uzattım, ey nadan!
Fakat çamurla kapardın da her gün ağzımı sen,
Ziyade söyleyemezdim susardım artık ben....”
Hikâyeyi nazmen tercüme ettikten sonra kısaca şerh de eder:

Hikâye hâlimizin aynıdır, değil mi?
Evet! Şu farkı var yalınız: Bizde yok değil kuvvet.
Yığın yığın sakatâtıyla geçmiş edvârın,
Yıkılmış olsa da bir hayli kısmı dîvârın,
Binâ-yı milleti i’lâ eden temel sağlam.
Demek ki kurtuluruz biz bugün olursak adam.
Onun da çâresi elbirliğiyle gayrettir.
Çalışmanın o kadar feyzi var ki: Hayrettir!
Hezîmetin sonu ölmek değildir elbette.
Düşenler oldu zamânıyle aynı âkıbete:
Fakat bugün yaşıyorlar, hem eskisinden iyi:
Nasılsa gâib edip kâmilen muhârebeyi,
Mevlana’da muhatap birer birer hepimiziz. Ölmeden önce hakikati bulmamızı ister bizden. Mehmet Akif’in muhatabı ise yine hepimiz ama bu sefer millet olarak hepimiz. Mevlana’nın yıkılan evi beden iken Mehmet Akif’te bu devlete dönüşecektir.

Ey okur! Keşke derken haksız mıyım?




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Orhan Camileri ve Özellikleri

Neden Orhan Camileri? Osman veya Beyazıt, Murat vs değil?
Orhan camilerini nerelerde görüyoruz?
Bu camilerin kaç aded olduğunu konusunda elimizde bilgi var mı? Kaçı günümüze ulaştı?
Orhan camilerinin müşterek özelliği nedir?
Orhan dönemine mahsus başka nelerden bahsedilebilir?
Bu camileri yapan ustalar Türk müydü?
Bu camiler daha sonra yapılacak Süleymaniye cami formuna giden cami mimarisi içindeki etkisi oldu mu?
Orhan camileri arasında kiliseden çevrilen var mıydı?
Çandı adı verilen sistem nedir?
Orhan camilerinin resterasyonu konusunda problemler yaşandı mı?
Orhan cami ile Cuma cami arasındaki ilişki verir?
Orhan camilerinin büyüklükleri arasında ciddi fark var mı?
Yıkılıp yeniden yapılanlar var mı?
Bugün köy camileri mimarisi için örnek olabilir mi?
Orhan camilerinin Cuma namazı kılınması dışında bir işlevi daha var mıydı?

Bir vaaz ve nasihat kitabı: Tenbihü'l Gafilin

Tenbihü’l-Gâfilîn vaaz ve nasihat kitabıdır. Maverâünnehir bölgesinde yaşayan ve Türk olması kuvvetle muhtemel olan Ebü’l-Leys, fakihliği ile öne çıkan ancak temel İslam ilimlerinin hemen her alanında eser vermiş velut bir âlimdir. Ehl-i sünnetten, Hanefi fıkhının en önemli ve öncü isimlerinden bir fakih, müfessir, mütekellim/kelamcı ve aynı zamanda bir sufidir. Semerkant ve Belh’te müderrislik yaptığı, ahlak ve irşada dair konularda vaazlar verdiği de eserlerinin üslubundan anlaşılmaktadır.

Ebü’l-Leys’in eserleri, üslubunun akıcılığı, dilinin sadeliği ve tasnifteki başarısı ile dikkat çeker. Halkın seviyesine inerek anlaşılması zor olan meselelerin daha kolay öğrenilmesini sağlar. Sadece ders vermekle meşgul olmamış halkın da eğitimine önem vermiş bir alim. Kitaplarını ayet ve hadise dayandıran Ebu’l-Leys halkın içinde olmasa böyle bir kitap da yazamazdı. Bu yüzden eserleri Endülüs’ten Endonezya’ya kadar yayıldı ve asırlar boyunca İslâm dünyasının birçok bölgesinde Müslüman toplumların İslâm anlayışlarını ve dinî hayatlarını derinden etkiledi.

ismailgulec.net