Şeb-i Arûslar biter mi?

Bir komşumuzun çocuklarına, artık babanınızı daha fazla bekletmeyeyim, onun yanına gitme vaktim iyice yaklaştı, dedikten bir kaç gün sonra vefat etmesini de hatırlıyorum.

 

Ölüm bir yokoluş değil, bir kaybolma hiç değil bizim iklimimizde. Madde aleminden mana alemine bir göç, yolculuk, hatta önceden göçenlere kavuşma. Ölüm bir düğün gecesi. Ölüm sevenler için ikinci düğün günü.

Büyüklerimizin ölümü istemelerinin başka nedenleri de vardı. En çok da kendilerinden sonrakilere yük olmaktan çekinirlerdi. O yüzden hastalanmadan, elden ayaktan düşmeden ölmek en büyük dilekleri olurdu onların. Aramızda hâlâ böyle düşünenler var. Bir tanesini ben de tanıyorum. Başından geçen hadiseyi sizinle de paylaşayım.

Bu arkadaşımız bir gün grip olur, kendini o kadar hasta hisseder ki öleceğini düşünür. Ölüm aklına gelince hemen gasil memurlarına karşı mahcup olmamak için traş olur, olması gereken yerleri de traş eder. Sonra öldüğü zaman evden çıkartılması zahmetli olur diye dördüncü kattan aşağıya iner ve kapıda bekler ölümü. Derken aklına kimseyi üzmemek gelir ve ambülans çağırmaya karar verir. Böylece kimse kendisini taşımak için yorulmayacaktır. Ambülans gelince doktora zahmet olmasın diye yürüyerek biner ambülansa ve sedyeye yatar. Tamam, der, şimdi rahatça ölebilirim. Derken hastahaneye gider ve serumu yeyince kendine gelir ve evine döner. Demek ki henüz sıram gelmemiş der ve kaldığı yerden devam eder hayata.

Şöyle bir soru ile bitirsem yazıyı nasıl olur. Çevrenizde ölümü bu şekilde karşılayan insanlar var mı? Ölümü düğün-dernek gören birileri. Yoksa düğün-dernek deyince akıllarına bir sinema filmi mi geliyor. Eğer öyleyse bu bizim için iyi bir haber değil. İnşallah ölümü hasretle bekleyen büyüklerimiz hâlâ aramızda vardır.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Cudi Dağı ve Cizre'yi yakından tanıyalım.

Cudi Dağı ve Cizre'nin Kültür ve Tarihimizdeki Önemi
04:00 "Cudi- Nuh'un Gemisinin İzinde" Romanının Yazılış Serüveni
06:30 "Şeyh ve Kilise" Kitabının Yazılış Serüveni
16:00 Cudi Dağı İle İskender Paşa Camii Arasında Nasıl Bir Bağlantı Vardır?
17:30 Cizreli Şeyh Seyda Hazretleri Kimdir?
20:15 Diyarbakır Ulu Camii ve Cizre Ulu Camii'nin Ortak Yönleri
23:15 Cizre'deki Kırmızı Medrese'nin Önemi Nedir?
32:00 Cizre'deki Şikeft-i Cüz Mağarası'nın Manevi Önemi
34:30 Cizre'deki Cebrail Kapısı'nın Tarihi Önemi
36:30 Sefine Festivali, Kültürel ve Dini Açıdan Ne İfade Eder?
43:00 "Cudi Dağı, Hz. Nuh'un ve Ümmetinin Sığınağıdır"
45:30 Hz. Nuh'un Gemisini Arayan Gencin Hikayesi

Kısas-ı Enbiya

Cevdet Paşa’nın ahir ömründe yazdığı bu kitabın tam adı: Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Bir nevi İslam tarihi de denilebilir.

Tanpınar’ın onun için söylediği şu sözler çok önemli: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya'da ve bilhassa da bu kitabın Peygamber'in hayatına ait olan kısmında nesrin kemal noktasına varmıştır. Türkçe'de Mevlid'den başka hiçbir kitap, bu kadar herkesin dilini konuşuyor hissini bırakmamaktadır.

ismailgulec.net