Özgeçmiş
...
Mezar ilk başlarda yol ortasında kalmış. Bakmışlar böyle olmayacak, 1930’larda şimdiki yerine aktarılmış. Bir rivayete göre de binalar yapılırken aktarılmış. Eğer duvarlar mahkeme binaları yapılırken örüldüyse büyük ihtimalle 1896 yılında mezar olarak bırakılmış olmalı. Bugün ise ortada mezar yok, duvarın köşesinde mum yakılması için açılmış ve mumlardan dolayı da kararmış bir nişten başka bir şey yok.
Peki burada kim veya kimlerin mezarı var? Yaygın kanaat Lefkoşa’nın fethi esnasında şehit düşen bir askere veya bir ermişe ait olduğudur. Zehra Burcundaki Zehra Sultan’ın eşi olduğuna dair rivayetler de var. Ancak Lefkoşa’da yemek yerken yan masada oturan tecrübeli bir hanım Mahmut Paşa’nın torunu olduğunu ve Paşa’nın Mağusa kuşatmasında bulunduğunu ve mezarının Mağusa civarında bir köyde olduğunu söyledi. Orada yatanlarin ise Lefkaşa’nın fethi esnasında şehit düşen askerler olduğunu muhtardan ve büyüklerinden işittiğini söyledi. Her zamanki gibi doğrusunu Allah bilir, diyelim ve geçelim.
Burada kim yatıyor bilmiyor ama hakkında söylenenler günümüze kadar aktarılmış. Rivayete göre gölgesi hafif olanlara geceleri görünürmüş. Şimdi gölgesi hafif olmak ne demek diye aklınıza bir soru takılabilir. Ben de düşündüm bu deyimi. Gölgesi ağır olmak deyiminin zıddı. Kolay insan, kendisine kolayca soru sorulabilen, yanına yanaşılabilen, kaprissiz, ağır, asabi olmayan sıcak ve cana yakın kişileri tarif için kullanılır.
Yine anlatılanlara göre yaşlı ve esmer tenli imiş. Göbeğine kadar uzamış bir sakalı varmış. Muhtemelen kısa boylu ve şişman olmalı. İstediklerine yardım edermiş, istemediklerine ise uğursuzluk getirirmiş. İnanışa göre değerli eşyalarını ve mücevherlerini kaybedenler Mahmut Paşa’ya adak adadıkları takdirde kaybettiklerini bulduklarına dair bir inanç gelişmiş. Her zaman adak adanmakla birlikte perşembeyi cuma bağlayan gece adanması gelenek. Özellikle perşembe geceleri burası yakılan mumlardan bir renk cümbüşü olur ve mahalleye ayrı bir renk katarmış.
Birisi adak adayacağı zaman mumlukta bir mum yakması ve hemen yandaki elektrik direğine yeşil bez bağlaması adet olarak hala devam ediyor.
...
Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.
Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.
Youtube videolarını izleyebileceğiniz, A'mâk-ı Hayal Sohbetleri, Kültürümüzde Şiir ve Mûsikî (TRT Radyo), Enderun Sohbetleri (Vav Radyo), Enderun Sohbetleri (Vav TV) ve Mürekkep Damlaları (Vav Radyo)'ni dinleyebileceğiniz sayfadır.
Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...
Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.
Cudi Dağı ve Cizre'nin Kültür ve Tarihimizdeki Önemi
04:00 "Cudi- Nuh'un Gemisinin İzinde" Romanının Yazılış Serüveni
06:30 "Şeyh ve Kilise" Kitabının Yazılış Serüveni
16:00 Cudi Dağı İle İskender Paşa Camii Arasında Nasıl Bir Bağlantı Vardır?
17:30 Cizreli Şeyh Seyda Hazretleri Kimdir?
20:15 Diyarbakır Ulu Camii ve Cizre Ulu Camii'nin Ortak Yönleri
23:15 Cizre'deki Kırmızı Medrese'nin Önemi Nedir?
32:00 Cizre'deki Şikeft-i Cüz Mağarası'nın Manevi Önemi
34:30 Cizre'deki Cebrail Kapısı'nın Tarihi Önemi
36:30 Sefine Festivali, Kültürel ve Dini Açıdan Ne İfade Eder?
43:00 "Cudi Dağı, Hz. Nuh'un ve Ümmetinin Sığınağıdır"
45:30 Hz. Nuh'un Gemisini Arayan Gencin Hikayesi
Cevdet Paşa’nın ahir ömründe yazdığı bu kitabın tam adı: Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Bir nevi İslam tarihi de denilebilir.
Tanpınar’ın onun için söylediği şu sözler çok önemli: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya'da ve bilhassa da bu kitabın Peygamber'in hayatına ait olan kısmında nesrin kemal noktasına varmıştır. Türkçe'de Mevlid'den başka hiçbir kitap, bu kadar herkesin dilini konuşuyor hissini bırakmamaktadır.