Mağusa Suriçi kapıları: Kara Kapısı

Othello Kalesinden sonraki en eski tarihli ikinci yapı Akkule Burcuna giren taş köprü Türklerin eseri. Türklerden önce burcun kuzeyinde iner kalkar ahşap bir köprü varmış. Türkler şehri fethedince adeta bir inci gibi yan yana dizilen kemerli muhteşem taş köprülerinden birini de buraya kondurmuşlar. Üzerinden araba ile veya yaya olarak geçildiği için fark edemediğimiz köprüyü görmek için hendek yoluna inmemiz gerekiyor. Oradan köprünün güzelliğini daha iyi farkediyoruz. Keşke köprünün üzeri asfalt yerine arnavut kaldırımlı yapılsa ve iki kenarındaki duvarlar üzerine korkuluklar yapılarak insanlara tarihi bir köprü üzerinden geçtikleri hissettirilse. Belki bir gün olur inşallah diyerek bu bahsi kapatalım.

Türklerin yaptığı tarihi köprü
Türklerin yaptığı tarihi köprü

Şehrin dışından Suriçi’ne önce Türklerin yaptığı köprü üzerinden sonra kemerli bir koridordan geçilerek giriliyor. Kemerli koridorun üstü, altı, sağı, solu hep odalar, geçitler, mahzenlerle dolu. Şehrin kapısını savunan askerlerin tüm ihtiyaçları ve güvenlikleri düşünülerek planlanmış ve yapılmış. Geçidin iki tarafındaki duvarlarda fireskler, armalar ve küçük bir kilise varmış. Hatta bu duvarlarla çevrili kulede Venedikliler tarafından zindan olarak kullanılan gün ışığı görmeyen hücreler, top yuvaları, galeriler, gizli geçitler ve mazgallar de varmış. Şansınız varsa açık bulursanız mutlaka görmeye çalışın.

Kemerli kısma dikkatlice baktığınızda bir taş oluk göreceksiniz. Burası halk arasında “Memesinden süt akan evliya” olarak biliniyormuş. Rivayete göre bu oluktan su akarmış. Sütü kesilen veya gelmeyen anneler çocukları ile burayı ziyaret eder, mumlar yakıp oluktan akan sulardan hem kendileri içip hem de çocuklarına içirdiklerinde sütlerinin geleceğine inanırlarmış.

Akkule 1974’e kadar devam eden Türklerin Rum saldırganlara karşı verdiği mücadelede mühim bir görev ifa etmiş. Çevreye hakim bir noktada olduğu için gelenlerin takip edildiği kuleden surlar dışındaki Türklerin ailelerini güvenli bir şekilde içeri sokmaları sağlanmış. Ayrıca sivil halkın Rum bombardımanına karşı sığındıkları mazgallardan bir kısmı da Akkule’deymiş.

Yürüme yoluyla tırmanılan Akkule eşsiz bir manzaraya sahip. Mağusa’yı hem suriçi hem de surdışı olarak izleyebilmek mümkün. Fotoğraf çekilmek için ideal noktalardan biri.

28 Ocak Meydanı

Köprüyü geçip Suriçi’ne girdiğimizde küçük bir meydana çıkarız. 28 Ocak Meydanı olarak da bilinir. Meydana ismini veren olaylar 27-28 Ocak 1958’de İngiliz Sömürge Yönetiminin tarafgir tutumuna karşı düzenlene olaylar esnasında İngilizler tarafından şehit edilen iki Türk gencinin hatırasına binaen meydana 28 Ocak adı verilmiş.

Akkule Mescidi

Kara kapısından Suriçi’ne girişte hemen sol tarafta zamanında muhafızlar için kesme taştan yapılmış bir yapı var. Bu yapı zamanla harap olunca 18. asırda Türkler yeniden inşa ederler.

Akkule Mescidi

Kapısının üst kısmında beyaz mermer bir levha var. 1619 tarihi görülüyor. Ve ennel mesâcide lillâhi felâ ted’û meallâhi ehadâ (Şüphesiz ki, mescitler hep Allah içindir, o halde Allah'ın yanında başka birine dua etmeyin! Cinn 18) ayeti yazılı. Kapısı ve üst pencereleri ile tipik bir mahalle mescidi olan bu güzel ve sevimli yapı bugün Turizm Danışma Ofisi olarak hizmet veriyor. Burası Suriçi’nde mescid olarak inşa edilen yegâne yapı ve bugün farklı bir amaçla kullanılıyor.

Halkalı Dede

Burada Halkalı Dede adında bir ermişin mezarı olduğuna inanılıyor. Rivayete göre yürümesi geciken çocuklar annesi akrabadan veya komşulardan iki kadınla içerisinden geçebilecekleri büyüklükte bir çörekle buraya gelirlermiş. Çocuk ayakta iken çörek başından geçirilip yere bırakılırmış. Diğer iki kadın çocuğu alıp başka bir yoldan eve götürürmüş. Böyle yapıldığı takdirde çocuğun yürüyeceğine inanılırmış.

Gönül Türklerin Suriçi’nde yaptığı ve bugün ayakta kalmayı başarmış köprü ve mescidi daha iyi durumda görmek istiyor. Turizm ofisi pekala bir başka yere taşınabilir ve Akkule Mescidi güzel ve sevimli bir tefrişle ziyaretçilerini kabul etmeye başlar. Atalarımızın ruhu da şad olur. Haksız mıyım?





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Cudi Dağı ve Cizre'yi yakından tanıyalım.

Cudi Dağı ve Cizre'nin Kültür ve Tarihimizdeki Önemi
04:00 "Cudi- Nuh'un Gemisinin İzinde" Romanının Yazılış Serüveni
06:30 "Şeyh ve Kilise" Kitabının Yazılış Serüveni
16:00 Cudi Dağı İle İskender Paşa Camii Arasında Nasıl Bir Bağlantı Vardır?
17:30 Cizreli Şeyh Seyda Hazretleri Kimdir?
20:15 Diyarbakır Ulu Camii ve Cizre Ulu Camii'nin Ortak Yönleri
23:15 Cizre'deki Kırmızı Medrese'nin Önemi Nedir?
32:00 Cizre'deki Şikeft-i Cüz Mağarası'nın Manevi Önemi
34:30 Cizre'deki Cebrail Kapısı'nın Tarihi Önemi
36:30 Sefine Festivali, Kültürel ve Dini Açıdan Ne İfade Eder?
43:00 "Cudi Dağı, Hz. Nuh'un ve Ümmetinin Sığınağıdır"
45:30 Hz. Nuh'un Gemisini Arayan Gencin Hikayesi

Kısas-ı Enbiya

Cevdet Paşa’nın ahir ömründe yazdığı bu kitabın tam adı: Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Bir nevi İslam tarihi de denilebilir.

Tanpınar’ın onun için söylediği şu sözler çok önemli: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya'da ve bilhassa da bu kitabın Peygamber'in hayatına ait olan kısmında nesrin kemal noktasına varmıştır. Türkçe'de Mevlid'den başka hiçbir kitap, bu kadar herkesin dilini konuşuyor hissini bırakmamaktadır.

ismailgulec.net