Hz. Peygamber'e Dair Yazılar

Huzûr-ı Nebî’de can vermek

Bizim edebiyatımızda sevgilisi uğrunda can vermeyene, can vermeye hazır olmayana âşık denmez. Âşıklığın birinci şartı canı cânân için kurban edebilmektir. En büyük sevgili ise sebeb-i hilkat-i âlem ve mefhar-ı benî âdem olan efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hazretleridir.

Âşığın sevgili yolunda can vermesini anlatan pek çok menkıbe vardır ama ben Mehmet Akif’in Necid Çöllerinden Medine’ye şiirinde anlattığı Sudanlıyı hiç unutmam. Şiiri bilirsiniz. Bilmeseniz de duymuşsunuzdur. O şiirde Mehmet Akif bir Sudanlı âşıktan bahseder. Âkif, şiire çölü tasvir ederek başlar. Ancak onun tarif ettiği çöl cahiliyye dönemi Arap şairlerinin tarif ettiği gibi değildir. Çöl yokluk, zayıflık ve ümitsizlik menbaı gibidir. Çölde ümitsiz bir haldeyken Âkif’in “Canân’ımın yeşil yurdu” dediği Hz. Peygamber’in türbesinin kubbesini, görünce bu sefer iklim değişir, bahar olur adeta. Karamsarlık ümide, keder neş’eye ve hüzün sevince dönüşür. Sevgilisini gören âşığın hâlini tasvir eder Âkif. Önce Hz. Peygamber’in huzurunda hissettiklerini anlatır, sonra İslam dünyasının perişan hâlini hatırlayıp bundan kurtulması için dua eder. Hz. Peygamber’in ravzasının önünde dua ederken bir ses duyar.

Hiç bu açıdan düşünmemiştim!

Siyer kitaplarını okumayı çok severim. Basılan her kitabı okudum demek çok iddialı olabilir ama ulaşabildiğim kadarı ile, büyük bir kısmını okuduğumu söyleyebilirim. Yayımlanan her kitabı görür görmez alır, okumak için can atarım. Büyük bir merak ve ilgi ile de okurum, daha öncekilerden farkını anlamaya çalışırım. Diğer siyer kitaplarında bulamadığım ve göremediğim şeyleri görünce de mutlu olurum.

Gerek Müslüman olsun, gerekse gayrımüslim olsun, yabancıların yazdığı kitaplar bizimkilerin yazdıklarından daha farklı olur. En büyük fark nedir diye soracak olursanız bizimkilerin Hz. Peygamber'in yanında, onun adamlarından biri imiş gibi yazması, diğerlerinin belirli bir mesafeden bakabilmeleridir, derim. Bu mesafe, onların biraz daha soğukkanlı olmasını ve meseleye daha dışarıdan bakmasını sağlıyor. Belki anlamak için buna ihtiyaç var ama o kitaplar bizimkilerin yazdığı gibi duygu ve heyecan veremiyor. Bir diğer farklı bulduğum husus, yazarların merak ve ilgilerinin farklı oluşu. Ne demek istediğimi bir kitap ve o kitapta anlatılan bir bölüm üzerinden izah etmeye çalışayım.

Bir babadan oğluna salâvât ihtârı

Geçtiğimiz günlerde, Zeytinburnu Belediyesi himâyesinde, Kazlıçeşme Kültür ve Sanat Merkezi'nde, İbrahim Müteferrika'dan sonra ülkemizdeki matbaacılık tarihinin en önemli ismi Ebüzziya Tevfik Bey'in kurucusu olduğu Matbaa-i Ebüzziya çalışmalarının yer aldığı "Kültür ve Sanat Hayatımızda Ebüzziya Ailesi" sergisi, Ömer Faruk Şerifoğlu'nun küratörlüğünde açıldı. Halen devam eden sergide aileye ait, çoğu ilk kez gün ışığına çıkan önemli belgeler sergileniyor. Sergi ile birlikte, yine Ömer Faruk Şerifoğlu'nun hazırladığı, sergide sergilenen aileye dair belgelerin ve yazıların yer aldığı bir de kitap yayımlandı.

Mektupla uzaktan eğitim

Kitapta şüphesiz çok dikkat çekici belgeler var ama benim içlerinde dikkatimi en çok, Ebuzziya Tevfik'in, Konya'ya sürgüne gönderildiğinde, okula gitmesine izin verilmeyen en küçük oğlu Velid Ebuzziya'ya yazdığı mektuplar çekti.

Bu hikayeyi dinleyen hayvanlara eziyet eder mi?

Bir konuda gerektiğinden fazla tepki gösteriliyorsa o konuda iyi gitmeyen bir şeyler var demektir. İnsan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları, çevre ve doğa hakkı son yıllarda haberlerde sıkça karşımıza çıkan konular ve toplum bu konularda çok hassaslaştı. En ufak bir ihlalde sosyal medya yıkılıyor ve failler verilebilecek en üst cezalarla tecziye ediliyor. Böylece ihlallerin önü alınmaya çalışılıyor.

Belki bu bir çözüm ama ben daha kesin bir çözüm biliyorum. O da çocuklarımıza atalarımızın anlattığı hikayeleri anlatmak. Hikâye ile bu sorun çözülür mü diye soracaksınız hemen. O zaman sizden iki dakikanızı istirham ederek bir hikâye anlatayım. Sonra tekrar konuşuruz.

Hâsılım iki cihânda sensin...
Nesimî'nin Na't-ı Şerif'i ve Açıklaması

Seyyid Nesimi'nin yaşamı hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi yoktur. Gerçek adı İmadüddin olan şair Bağdat'ın Nesim ilçesinde doğmasına nispeten Nesimî mahlasını kullanmıştır. Doğum yılı kesin bilinmemekle beraber 1339-1344 tarihleri arasında doğmuş olabileceği tahmin edilmektedir. Bunun gibi ölüm tarihinde de ittifak edilmiş bir tarih yoktur. Kaynaklarda en sık geçtiği şekli, şiir ve fikirlerinin şeriata aykırı olduğu iddia edilerek Halep'te 807/1404'de derisi yüzülerek öldürüldüğüdür.

Hugo, naat yazabilir mi?

11 Nisan 2018 Çarşamba günü İstanbul Medeniyet Üniversitesi güzel bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Birkaç üniversitenin müştereken yaptığı "Sîreti Sûrette Görmek" üst başlıklı çalıştayda modern şiirimizde Hz. Peygamber için yazılan şiirler ve şairleri değerlendirildi. Birbirinden değerli araştırmacı ve şairlerin katılımıyla gerçekleşen çalıştayın son oturumunda bir tartışma yaşandı. Özlem Fedai'nin Victor Hugo'nun Hz. Muhammed şiirinin naat sayılıp sayılmayacağını sorması üzerine başlayan tartışmada taraflar ikiye ayrıldı. Ben de akşam eve dönünce oturup şiiri yeniden okudum ve bir neticeye ulaşmaya çalıştım.

Kararımı açıklamadan önce şiirin öyküsü hakkında kısa bilgi vereyim. Fransızların kendisiyle övündüğü Victor Hugo'nun (1802-1885) Sefiller ve Notre Dame'ın Kamburu'nu herkes bilir de onun Hz. Peygamber'den bahseden şiirini bilenimiz çok azdır. 2014 yılında bir gazetede çıkan haberden şiiri ve yazılış öyküsünü özetleyeyim.

Bir kadem-i şerif öyküsü

Her ramazanda yaptığımız işlerden biri de Hz. Peygamber’e ait eşyaları ve izleri taşıyan nesneleri teberrüken ziyaret etmekti. Bu sene ziyaretten mahrum kaldığımız bu emanetlerden biri de kadem-i şerif, yani peygamberimizin mübarek ayaklarının izi.

Kadem ayak demek. Sonuna gelen şerif ise mübarek ve kutsal anlamında kullanılan bir sıfat. Kadem-i şerif ise mübarek ayak anlamına geliyor ve Hz. Peygamber’e ait ayak izlerinin olduğu taşları veya tuğla zeminleri ifade etmek için kullanılıyor.

“Nakş-ı kadem-i saâdet” de denilen kadem-i şeriflerin önemli bir kısmı İstanbul’da. 

Devamını okumak için tıklayınız.

Sünnete su katmamak

Bizim millet, daha doğru ifade ile atalarımız Hz. Peygamber’i can u gönülden sevmiş, hayatlarının her anına onun sözlerini ve davranışlarını yerleştirmişler. Çocuklarına erkek ise Ahmet, Mahmut, Mehmet ve Mustafa ismini, kız ise Hatice, Ayşe ve Fatma ismini koymuşlar. Onun sevgisi içimize kadar yerleşmiş ki çoğumuz farkında bile değiliz kimi adetlerimizin Hz. Peygamber’in sünneti olduğunu.

Konuya geçmeden önce sünnet ile neyi kastettiğimi açıklayayım. Hz. Peygamber’in sözleri, davranışları ve şahit olup ses çıkarmadığı eylemlerin ortak adını kastediyorum. 

Devamını okumak için tıklayınız.

İkinci hırkanın, Hırka-ı Saadet’in öyküsü

Bir önceki yazımızda Hz. Peygamber’in veladetini tes’îd ettiğimiz şu günlerde size onun iki hırkasının, Hırka-ı Şerif ve Hırka-ı Saadet’in öyküsünü anlatacağımı söylemiş ve Veysel Karani’ye verilen Hırka-ı Şerif’in hikayesini anlatmıştım. Sıra ikinci hırkanın Hırka-ı Saadet’in hikayesinde.

Hırka-ı Saadet

Hz. Peygamber’in bir şaire hediye ettiği ikinci hırka bugün Topkapı Sarayı’nda, Kutsal Emanetler Dairesi’nde.

Hırka-i Saâdet, 124 cm. boyunda geniş kollu, siyah yünlü kumaştan dikilmiş krem renginde yün astarlı bir hırka. Kumaş uzmanları bu hırkanın gerçekten Hz. Peygamber’e ait olup olmadığını inceliyorlar ve o devre ait olduğu anlaşılıyor. 

Devamını okumak için tıklayınız.

İki hırkanın öyküsü

Hz. Peygamber'in veladetini tes'îd ettiğimiz şu günlerde size onun iki hırkasının, Hırka-ı Şerif ve Hırka-ı Saadet'in öyküsünü anlatmak isterim.

Hırka elbise üstüne giyilen, genellikle ceket boyunda, yün veya pamukludan yapılmış, önü açık, kollu, dışarıda veya soğuk havalarda evde de giyilen bir kıyafet. Peygamberimize hürmetlerinden dolayı dervişler de hırka giyerler.

Şiir, Şair ve Peygamber'e Dair kitabı üzerine

Birkaç sene önce Diyanet İşleri Başkanlığının her yıl düzenlediği sempozyum için aramışlardı. Sempozyumun o seneki konusu sanat idi ve sanatın tüm dalları ile ilgili oturumlar olacaktı. Benden de İslâm ve Şiir başlıklı bir sunum yapmam istendi. Ben konunun genişliğini dile getirerek bu konuda konuşma yapacak birkaç isim önerdim. Önerdiğim isimler müsait olmadıklarını söyleyince iş başa düştü ve çalışmaya başladım.

Konu İslâm ve şiir olacağına göre önce Kur’ân’a bakmak gerekir diye düşündüm ve Kur’ân’a ve Kur’ân’ın nazil olduğu toplumda şiiri araştırmaya başladım. Konunun 20 dakikalık bir bildiride sunulamayacağını bildiğimden konuyu Kur’ân ile sınırlandırdım. Kur’ân’da Şiir Algısı başlığıyla bir bildiri hazırladım ve daha sonra onu makaleye dönüştürdüm.

Hugo'nun Mahomet (Hz. Muhammed) şiiri naat midir?

11 Nisan 2018 Çarşamba günü İstanbul Medeniyet Üniversitesi güzel bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Birkaç üniversitenin müştereken yaptığı “Sîreti Sûrette Görmek” üst başlıklı çalıştayda modern şiirimizde Hz. Peygamber için yazılan şiirler ve şairler değerlendirildi. Birbirinden değerli araştırmacı ve şairlerin katılımıyla gerçekleşen çalıştayın son oturumunda bir tartışma yaşandı. Özlem Fedai’nin Victor Hugo’nun Hz. Muhammed şiirinin naat sayılıp sayılmayacağını sorması üzerine başlayan tartışmada taraflar ikiye ayrıldı. Ben de akşam eve dönünce oturup şiiri yeniden okudum ve bir neticeye ulaşmaya çalıştım.

Fransızların kendisiyle övündüğü Victor Hugo’nun (1802-1885) Sefiller ve Notre Dame’ın Kamburu’nu herkes bilir de onun Hz. Peygamber’den bahseden şiirini bilenimiz çok azdır. 2014 yılında bir gazetede çıkan haber olmasa kimsenin haberi olmayacaktı. 

Hz. Peygamber'in şiire karşı tutumu

Hz. Peygamber’in hayatında şiir önemli bir yer tutmaktadır ve şiirle ilgili söylenmiş birçok sözü bulunmaktadır. Onun hayatında şiirin yerine baktığımızda üç farklı düzeyde karşımıza çıkmaktadır. Günlük hayatında yeri geldikçe beğendiği kimi beyitleri terennüm etmiş ve söyletip dinletmiştir. Savaşlar esnasında bir silah olarak şiirin kullanılmasına oldukça önem verdiğini görürüz. Bu hem müşrik şairlerin hicivlerine karşı savunma ve eleştirme, hem de müslümanları cesaretlendirme şeklinde görülür. Savaş olmadığı zamanlarda ise şiir vakit geçirme ve muhabbeti artırma amacı olarak söylendiği gibi hikmetli sözleri yayma ve öğretme amacıyla söylenmektedir. Hz. Peygamber’in şiire karşı tutumu olumlu olup sadece İslam’a, onun getirdiği inanç sistemine, kendisine ve Müslümanlara saldıran şiirler ile haramları teşvik edip öven şiirleri uygun görmemiştir. Bu çalışmada Hz. Peygamber’in hayatı ve hadislerinden yola çıkılarak onun şiir bilgisi ve şiire karşı tutumu incelenmiş, hangi durumlarda olumlu, hangi durumlarda olumsuz davrandığı tespit edilmeye çalışılmıştır.  Okumak için tıklayınız.

Peygamber’i şiirle sevdiren kitap: Şiirin Ufku

Prof. Dr. Fatih Andı ülkemizin önde gelen Yeni Türk Edebiyatı profesörlerinden. Birçok kitabı var ve geçtiğimiz günlerde bir kitap daha yayınladı. Yazarının ifadesiyle ahiret günü Hz. Peygamber’in iltifatına mazhar olma ümidi ile kaleme aldığı Şiirin Ufku Hz. Peygamber’i Şiirle Sevmek isimli kitabını edinir edinmez birkaç günde okudum.

Son söyleyeceğimi ilk önce söyleyeyim. Çok beğendim, eskilerin deyimiyle selis, yani çok akıcı bir dili var Andı’nın, rahat okunuyor. Yer yer kullanılan şiirsel ifadeler metne ayrı bir güzellik katmış. Hem şiirsel dil kullanıp hem akademisyenlerin tarafsız kalmaya çalışan o soğuk ve kuru üslubu tuzağına düşmemek kolay bir iş olmasa gerek. Ayrıca cümleler çok sağlam, bir kelimeyi ne çıkarmak ne de ilave etmek mümkün. Bizlere sıkıcı ve yorucu olmayan akademik metinler yazılabileceğini göstermiş Andı bu kitabında. Böyle bir kitap yazacak akademisyen sayısı çok yok maalesef.

Kitapta on altı şairin on dokuz şiirinin açıklaması yer alıyor. Açıklamaların oldukça doyurucu olduğunu ifade etmeliyim. Bazen hayranlık bazen şaşkınlıkla okuduğum bu satırlar klasik edebiyatı bilmeyen birinin yapabileceği türden bir açıklama değil. Hatta ben bir adım daha ileri gidip bu açıklamalara pekala şerh denilebileceğini söyleyebilirim. Erdem Beyazıt’ın

Ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri
İstemişlerdi de ezan okumuştu Bilal bir sabah unutmadım

Dizelerinin açıklaması klasik bir şerhten başka bir şey değil. Böyle klasik bir şiir şerhi de klasik edebiyatı bilmeyen birinin yapması çok zor.

Hamdî ve Naatları

[İsmail Güleç, “Hamdî ve Na’tları”, Yedi İklim Edebiyat, Kültür, Sanat Aylık Dergi, 194 (Mayıs 2006), s. 183- 187.] 

Hamdî ve NaatlarI

 

 Son devir tefsir ve fıkıh alimlerinden Ahmet Hamdi Serbest 1864’te İskilip’in Ulaştepe mahallesinde doğdu. Babası Serbestzâde Hasan Efendidir. İlk öğrenimine İskilip Hacı Nuh Mektebinde başladı. Rüşdiyeyi de aynı yerde bitirdi. Daha sonra İskilip Tabakhane Medresesine devam etti.

Yazılarım

ismailgulec.net